Liberal Propagandanın Perdesini Aralamak: Memuriyet, Emek ve Dayanışma
Bir Ezberin Hikâyesi
Türkiye’de uzun yıllardır tekrarlanan bir ezber vardır: “Devlet şişkin, memur fazla, memurlar verimsiz.”
Besim Tibuk’un ünlü çıkışları (“grev yapsınlar da millet ne işe yaradıklarını görsün”) bu söylemin en bilinen sembollerindendir. Tibuk’un bu sözleri, yalnızca bir anekdot değil; Türkiye’de liberal ideolojinin kamu emekçilerine bakışının özlü bir ifadesidir.
Oysa OECD verilerine bakıldığında tablo bambaşkadır: Türkiye’de kamu istihdamının toplam istihdam içindeki oranı %12–13’tür. OECD ortalaması ise %18–21 bandındadır (OECD, 2022). Yani Türkiye, kamu istihdamı bakımından düşük seviyedeki ülkelerden biridir. Buna rağmen, memur fazlalığı söylemi sürekli dolaşıma sokulmaktadır.
Liberal İdeolojinin Türkiye’deki Seyri
Liberalizm Türkiye’de hiçbir zaman Batı’daki gibi güçlü bir felsefi gelenek haline gelmedi. Daha çok, belirli tarihsel dönemeçlerde, özellikle de sermayenin ihtiyaç duyduğu anlarda öne çıkarıldı.
1950’lerde Demokrat Parti, “küçük devlet” ve “serbest piyasa” söylemini öne çıkardı. 1980 sonrası neoliberal dönüşümle birlikte bu söylem daha köklü hale geldi. Özal döneminde “devlet hantaldır, memurlar çoktur” fikri, özelleştirmelerin meşrulaştırılmasında sıkça kullanıldı (Keyder, 1989).
Bu noktada liberal söylemin temel işlevi açıktı: Kamu emekçilerini hedefe koyarak, sınıf öfkesini sermayeden uzaklaştırmak.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Devletin İşveren Rolü
Osmanlı’da memuriyet, seçkin bir bürokrasiye özgüydü. Halkın çoğunluğu için devlet, yalnızca vergi ve askerlik yükümlülüğü demekti.
Cumhuriyet ise memuriyeti kitlesel bir istihdama dönüştürdü. Eğitim, sağlık, adalet ve vergi gibi temel hizmetleri yaygınlaştırmak için geniş bir memur ağı kuruldu. Bu yalnızca teknik bir ihtiyaç değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in meşruiyetinin dayanağıydı (Boratav, 2010).
1930’larda devletçilik politikasıyla birlikte kurulan KİT’ler, hem üretim hem de istihdam kaynağıydı. 1960’larda kırsaldan kente göç hızlanınca, devlet memuriyet aracılığıyla işsizliği soğurdu. Bu, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sınıfsal bir dengelenme stratejisiydi: Beyaz yakalı gençler, işçi sınıfı hareketine katılmak yerine devletin güvenceli kadrolarında tutuldu.
1980 sonrası neoliberal dalga ise bu yapıyı sarstı. KİT’lerin özelleştirilmesi, memur sayısının “fazlalık” gibi sunulmasına zemin hazırladı. Oysa devlet hâlâ, toplumsal patlamaları önlemek için büyük işveren rolünü korudu.
OECD Karşılaştırmaları: Gerçeğin Aynası
Bugün OECD ülkelerine bakıldığında tablo nettir: İskandinav ülkeleri: Norveç, İsveç ve Danimarka’da kamu istihdamı %25–30’dur. Güçlü refah devletleri bu yüksek oranlara dayanır.
Fransa: %22. Sosyal devletin kurumsal gücü burada da kamunun büyüklüğüne yaslanır.
Almanya: %15. Türkiye’nin üzerinde, OECD ortalamasının biraz altında.
Türkiye: %12–13. Buna rağmen en çok eleştirilen ülkelerden biri.
Yani kamu istihdamı güçlü olan ülkeler, daha eşitlikçi ve refahı yüksek toplumlar kurarken; kamu istihdamı zayıf ülkelerde eşitsizlik derinleşiyor (Esping-Andersen, 1990).
“Memurlar Verimsiz” Algısının Kaynağı
Türkiye’de memurların verimsiz olduğu algısı, üç kaynaktan beslenir:
1. Tarihsel miras: Osmanlı’dan gelen bürokratik imaj, halkın gözünde memuru “üstten bakan” biri olarak kodladı.
2. Medya dili: Karikatürlerde ve dizilerde sürekli çay içen, evrak bekleten memur tipolojisi işlendi.
3. Neoliberal propaganda: Kriz dönemlerinde halkın öfkesi, sermaye yerine memurlara yönlendirildi.
Gerçekte ise OECD verileri, Türkiye’de öğretmenlerin daha kalabalık sınıflarda ders verdiğini, doktorların daha fazla hastaya baktığını gösteriyor. Yani sorun bireysel tembellik değil, sistemsel bozulma ve idari kusurlardır (TÜİK, 2021)
Emek Dayanışmasının Önemi ve Yandaş Sendikacılığın Tuzakları
Kamu emekçileri 1990’larda güçlü bir sendikal hareket inşa etti. KESK ve Eğitim-Sen gibi örgütler, grev ve toplu sözleşme hakkı için mücadele etti. Ancak 2000’ler sonrası “yandaş sendikacılık” modeli, kamu emekçilerinin örgütlü gücünü zayıflattı.
Bugün toplu sözleşmeler göstermelik hale gelmiş, grev hakkı fiilen ortadan kaldırılmıştır. Yandaş sendikalar, hak mücadelesi vermek yerine iktidarın kadrolaşma aracına dönüşmüştür (Çelik, 2016).
Bu durum, emeğin ortak gücünü parçalamaktadır. Oysa gerçek çözüm, özel sektörde taşeron işçisi ile kamuda sözleşmeli memurun ortak mücadelesinde yatmaktadır.
Sonuç: Emeğin Hakikati
Besim Tibuk ve liberal ideoloji, memurları hedef göstererek sermaye düzenine hizmet etti. Ama rakamlar ve tarih, bu söylemin propagandadan ibaret olduğunu gösteriyor. Türkiye’de memur sayısı fazla değil, OECD ortalamasının altında. Sorun sayı değil; liyakat, sistem ve siyaset sorunudur.
Çözüm, emeği küçümsemek değil; emeği yüceltmek, dayanışmayı büyütmek, yandaş sendikacılığı aşmaktır. Gerçek özgürlük, devletin küçültülmesinde değil; devletin emekçilerin ihtiyaçlarını karşılayan bir araç haline gelmesindedir.
Liberal propagandanın perdesini araladığımızda gördüğümüz şey şudur: Memuriyet, emek ve dayanışma olmadan bir toplumun ayakta kalması mümkün değildir.
Kaynakça (seçme)
OECD (2022). Government at a Glance. Paris: OECD Publishing.
Boratav, K. (2010). Türkiye İktisat Tarihi 1908–2009. Ankara: İmge Kitabevi.
Keyder, Ç. (1989). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Esping-Andersen, G. (1990). The Three Worlds of Welfare Capitalism. Princeton University Press.
TÜİK (2021). Kamu İstihdam İstatistikleri.
Çelik, A. (2016). Türkiye’de Sendikacılık ve Siyasal İktidar İlişkileri.
Yorumlar