17 Ağustos 2010 Salı

HRANT DİNK'İN AYAKKABISINDAKİ DELİK


Hükümet,Hrant Dink'in, haksız yargılanması neticesinde almış olduğu cezaya karşı Dink'in ölmeden önce AİHM'ye açtığı davaya verdiği savunmasında,Hrant Dink'in "nefret" suçu işlemesi nedeniyle ceza aldığını savlayıp verilen cezanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olmadığı söylemiş.(Hani Hrant Dink bir yazısının bir yerinde Türk'ün zehirli kanı..diye başlayan bir cümle varmış ya!)Güya (bir yazı ile değil,yazıdan çıkarıldığında her türlü yanlış anlamaya neden olabilecek tek bir cümle ile)"nefret" suçu işleyen Dink,nazileri savunan bir cezada Alman hükümetini haklı bulan AİHM kararına atıfta bulunarak,"nefret suçlarının düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği" bahsiyle verilen cezanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olduğunun teyit edilmesi istenmiş...

Oysa ceza almasına neden olan bilirkişi raporunda,Dink'in önceki yazıları ve yazının bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde,o cümlede herhangi bir suç unsuru olmadığı saptaması yapılmıştı.Hatta bilirkişiye göre Hrant Dink,Ermeni diasporasının bilinen politikalarına yönelik çok önemli eleştiriler yapmıştı.Buna rağmen Yargıtay cezayı onamakta direnmiş,verilen cezanın kaldırılmasına yönelik başsavcının başvurusunu da reddetmişti.

Hrant Dink'in ceza almasının nedeni,sözümona türklüğe hakaret ettiği varsayılan o sözleri değil,sergilediği gerçek aydın tavrı,aydın duruşu idi."Biz bu ülkenin en derinine gömülmek istiyoruz" diyecek kadar bu ülkeyi sevdiği halde,Ermeni meselesi konusunda ne bu ülkenin resmi tezlerine ne de Ermeni Diasporasının bilinen görüşlerine boyun eğmişti.O,doğru bildiklerinin yanında durmak uğruna,kendisine vatansız muamelesi yapılmasını göze almıştı.Onu mahkum edenler,yazılarının bütünlüğünden çıkan tutarlılığı ve namuslu aydın duruşunu dikkate almayıp,o yazılarının birinin içinden cımbızla çıkardıkları bir cümle yüzünden mahkum ettiler.İnfazın asıl nedeni,"ermeni soykırımı" konusunda "yapılmıştır" diyen net tavrıydı.Tam da hükümetin savunmasında ona yakıştırılmaya çalışılan "nefret söyleminin " kurbanı oldu Dink.Sonrasını biliyoruz.Bu yargılama sürecinde Veli Küçüklü,Kerinçsizli linç girişimlerini,en sonunda emniyetin ve istihbarat örgütünün bilgileri dahilinde nasıl katledildiğini...

Ölümünün ardından asla gözümüzün önünden gitmeyecek bir sahne:Üzerine gazete örtülmüş cansız bedeni.Yüzükoyun uzanmış,ayakları dışarıda ve ayakkabılarının birinin altı delik!O her türlü güzelliği yok etmeye gücü yetecek kadar muktedir olanların çetesiyle hiç bir bağı olmadığının apaçık kanıtı.Bu deliği Dink'in ayağına sıkılmış bir kurşun olarak da değerlendirebiliriz.Konuşmaması için önce ayağına ,vazgeçmeyince kafasına kalleşçe sıkılmış bir demokrasi şehidi.Ama o, bizim de ayağımıza sıkılmış bir kurşun değil midir?Hakikatimize ait yolda yürümekte ısrar edersek ensemize bir kalleş kurşunu ile sona erecek trajik hikayemizin fotoğrafı değil midir bu?Bu tehdit,bu vicdansızlık,bu hoyrat güç gösterisi değil miydi "hepimiz ermeniyiz" sözünü hep bir ağzımızdan söyleten?...

Acaba AİHM'ye verilen o "savunma"yı yazanlar,hazırlayanlar ve gönderenler,o hükümet yetkilileri,böyle bir sözde savunmanın,Türkiye'nin alabileceği cezanın en üst sınırdan uygulanmasına neden olacak bir "yüzsüzlük abidesi" olduğunu bilmiyorlar mı?
Mutlaka biliyorlar.Yine de böyle bir savunma verilmesinin Türkiye'yi savunmak dışında hesaplı kitaplı bir nedeni olmalıdır.Fikrimce bu savunma,dışarıya değil,içeriye verilen bir mesajdır.O işkencesi polislere,o istihbarat şaklabanlarına,o katillerle eşgüdümlü emniyet mensuplarına,o hukukun evrensel ilkelerini bir kenara bırakıp cımbızla aldıkları cümlelerle aydınları infaz ederek nefret ve linç ordusuna katılan hakim ve savcılara...Onlara verilen bir mesajdır bu.Hükümet,"biz arkandayız" demek istemiştir onlara."Gönül rahatlığı ile insan haklarını infaz edebilirsiniz,biz sizi koruruz" demek istemişlerdir."Tazminatsa tazminat...Öder kurtuluruz,sonra da dilediğimiz gibi insan haklarının,adaletin,hukukun evrensel ilkelerinin ırzına geçebiliriz" demek istemiştir.

Şu sıralar bir Anayasa değişikliği arifesindeyiz.Meydanlar "insan hakları,hukuk,demokrasi " diye efelenip gözyaşları dökenlerin zırıltılarından geçilmiyor.O mangalda kül bırakmayan demokrasinin kasımpaşalı havarisine sormak gerekir:Bu ülkeyi evrensel hukuk standartlarına çekme iddianda gerçekten samimi isen,neden sorumlu olduğun bakanlığın böyle bir savunma vermesine göz yumuyorsun?Herkesin fikir birliğinde olduğu en kral değişiklikler yapılsa bile,bunların tavizsiz uygulanacağı garantisini verecek misin?Türkiye tazminata mahkum edilince bunu vatandaşların vergileri ile finanse etmek yerine,o hakimlerin,savcıların,emniyet ve güvenlik görevlilerinin,istihbarat şeflerinin,valilerin cebinden alabilecek misin?Türkiye'nin utanç belgesi olan o davalar karşısında yüzünü kızartıp samimi bir şekilde Türkiye adına özür dileyecek misin?Sorumluların bildiklerini okumalarına dur diyebileck misin?...

Türkiye uzun yıllar önce Avrupa insan hakları sözleşmesini imzalamakla kalmayıp AİHM'nin yargılama yetkisini kabul etmiş.Üstelik bunu bir anayasa ilkesi haline getirmiş.Getirmiş de ne olmuş?Türkiye'nin mahkumiyetleri o denli çok,kötü sicili o denli kabarık ki,aslında T.C. Devletinin fiiliyatta insan haklarından anladığı şudur:"İstediğim zaman insan haklarının ırzına geçerim.Cezası ne ise,öderim!

Vatandaşlar adına bir başvuru mu yapsak AİHM'ye?Türkiye'nin hazinesinden ödenmiş tazminatların insan haklarını çiğneyenlerden alınıp vergi veren bütün vatandaşlara iadesi için...

Hiç yorum yok: