2 Ekim 2010 Cumartesi

TARİH ÖNCESİ TOPLUMLARDA AŞK MEŞK OLAYLARI!...



O zamanlar bile kadınlara istediği gibi sahip olamıyordu erkekler...İşin incelikleri vardı,taş devri falan diye hafife almamak lazım...Bu işi ömür billah beceremeyenler vardı,ama kadın nüfusu azalmasın diye kendi avladıkları kadınları ikram ediyorlardı o beceriksiz abazalara!...KARAKETÖRCÜ

SAVUNMA ÇİZGİSİ Mİ?SAVUNMA ALANI MI?



Her türlü sivil özgürlüğün teminatı ve asgari koşulu olan laikliği savunmanın şimdiye kadar CHP’nin tekelinde olması,bu topraklarda laiklik kavramının başına gelmiş en büyük felakettir kanımca..

Hikayeyi biliyoruz.Atatürk işgal güçlerine karşı bir savunma çizgisi oluşturulmasını savunanlara karşı”Hat-ı müdafaa yoktur,sath-ı müdafaa vardır;o satıh bütün vatandır” diyerek karşı çıkmıştı.Laikliği tekeline almış görünen CHP,Atatürk’ün kurtuluş savaşındaki ana fikrini laiklik kavramına uyarlardı.Laikliği savunmak adına savunma çizgisi değil,savunma alanı fikrini benimsedi bu güne kadar.Yani laikliğe aykırılık şüphesi bulunan her hareketin üzerine şiddetli bir şekilde gidilmeliydi bu fikre göre.Örneğin üniversitelerde türban serbestisi getirmek,demokratik bir hakkın verilmesi değil,laik rejimi değiştirme planının bir parçası idi bu yaklaşıma göre.Böyle bir laiklik anlayışının kimin ekmeğine yağ sürdüğü artık çok açık durumda.
YAZININ DEVAMI

29 Eylül 2010 Çarşamba

Emir Kustarica'nın Gözünden Maradona


Maradona Kendi Şarkısını söylüyor
Yükleyen hakanipek6

YAZIYI OKUMADAN ÖNCE VİDEOYU İZLEYİNİZ

Maradona:Bütün zamanların en iyi oyuncusu…En azından Pele ile ilgili kulaktan dolma şeyler işitip,Maradona gibi bir efsaneyi beyazcamda da olsa kanlı canlı görmüş olan benim kuşağım için öyle.Aslında o Pele kadar vakur,dengeli biri değildi.Ancak Pele,bir futbol efsanesinden çok,işbilir bir politikacıya benziyor bu gün için.Maradona ise,kendine özgü isyanı,non konformizmi,inişli çıkışlı yaşantısı ile kendi pırıltısında yanıp gitmiş efsane rock yıldızlarına,hayatı kaymış şairlere ya da kendi saplantılı dünyalarının tutsağı olmuş deli dahi bilim adamlarına benziyor.Bütün megalomanisine rağmen Pele gibi burnu büyük gözükmüyor,sanki aramızda,mahallemizin deli dolu komşusu,bizden biri…

Kendisi de futbol oynamış Kustarica,bir futbol efsanesinden çok,Meksikalı bir devrimciye benzettiği Maradona’nın çok ilginç bir kişiliği olduğunu düşünerek onunla ilgili bir film-daha doğrusu belgesel-yapmaya karar vermiş.Kara kedi Ak Kedinin hiç istemediği halde başı dertten kurtulmayan babaya benzetmiş.Gerçekten de Kustarica karakterlerinden hiç aşağı kalmayacak kadar deli dolu bir adam Maradona.Ancak bu kadar değil elbette.Kariyerinin zirvesine çıkamadan bir beyaz kadına benzettiği kokainin pençesine düşmüş,tedavi görmek için gittiği Küba’da Castroya ve onun devrimci felsefesine aşık olmuş,zaman zaman Anti emperyalist bir aktivist gibi davranan biri o.
Yazının devamı için tıklayınız

TATSIZ GERÇEKLERİN FİLMİ:YUMURTA


Bir sahne ile "Yumurta"
Yükleyen hakanipek6

YAZIYI OKUMADAN ÖNCE VİDEOYU İZLEYİNİZ


İzleyicinin büyük çoğunluğu tarafından sevilmemesinde şaşılacak bir şey yok.Çünkü Yumurta,oldukça tatsız gerçeklerden bahsediyor.Ayrıca katılıma davet ediyor seyirciyi.Manüpülasyon yapmıyor,heyecanlı,sarsıcı olmak için kendini zorlamıyor.Filmin meramı olan o tatsız,tuzsuz gerçekler,gündelik hayatın hayli sıradan sayılabilecek olguları içinde sunuluyor


“Yumurta” Semih Kaplanoğlu’ nun çok tartışılan filmiydi.Siyad ödüllerinin tamamını kazandıktan sonra,medyada -genelde sinema yazarı olmayan- kimi yazarlar “seyircinin beğenmediği,anlaşılmaz ve sıkıcı” olduğunu söyledikleri böyle bir filme neden bütün ödüllerin verilmiş olduğunu anlamadıklarını söylüyorlardı.Gelgelelim meslekten eleştirmenlerin çoğu yere göğe sığdıramadı bu filmi.Üstelik altın portakal ve yurtdışı festivallerde beğeni ve çeşitli ödüllerle karşılandı.Bugün artık Semih Kaplanoğlu dünyanın en önemli ödüllerden biri olan Berlin Altın Ayının sahibi durumunda.Üstelik Yumurta’nın da içinde olduğu “Yusuf Üçlemesi”nin son filmi Bal’a bu büyük ödül verildiğine göre,Yumurta’nın da bu ödülü kazanmış olduğunu söylemekte bir sakınca yok..Belki de bu ödül,ülkemizde sinema sanatının biraz daha ciddiye alınmasına neden olabilir.

Yazının devamı için tıklayınız

28 Eylül 2010 Salı

İnsanın kaderine boyun eğerken kaderini seçtiği o an:Kader Anı!..


Kader_ Anı
Yükleyen hakanipek6. - TV dizilerini ve programlarını online izleyin.

Önemli not:Yazıyı okumadan önce videoyu izleyiniz!..

“Kader” Zeki Demirkubuz’un temel izleklerinin en olgun ve en görkemli biçimde boy gösterdiği filmidir.Bana kalırsa filmografisinin en iyisi.İnsana dört bir yanı alevlerle çeper içine alınmış bir cehennem tasviri izlenimi veren bir dünyadır bu



KADER Mİ? YAZGI MI?

İnsanın yaşamı kendi özgür iradesinin ve özgür seçiminin bir sonucu mudur?Yoksa özgür irade, davranışlarımızın kökeninde temel nedenleri bilemeyişimiz yüzünden yaşadığımız bir yanılsama mıdır?Bunlar çoğumuza beylik felsefi sorunlar gibi görünebilir.Çoğunlukla kendi yaşamımızı kendi tercihlerimiz doğrultusunda özgürce kurduğumuza inanma eğilimindeyiz.Ne var ki,yaşamda genellikle özgürce seçimler yapma şansını kaçırırız.Tecrübesizliğimizden,davranışlarımızın bütün sonuçlarını önceden kestirebilme imkansızlığımız yüzünden.Ya da hata yaptığımızı göre göre,hiç istemediğimiz yönlere savurur kimi arzu veya saplantılarımız bizleri.Yaşamımızı biçimlendirmek için ne kadar uğraş verirsek verelim,bilinmeyen bir elin sürekli bizi yoğurup biçimlendirmesi, yazgı denilen şey olmalıdır.

Zeki Demirkubuz’un iki filminin adı,bu sorunu ne denli önemsediği kanıtlar:”Yazgı” ve “Kader”.İlki,Camus’nün “Yabancı”sının serbest bir uyarlamasıdır;diğeri ise “Masumiyet”in öncesinde yaşanan olayların hikayesi.Aslında aynı adı taşısa da farklı hikayeler anlayan bu iki filmin arasında gizemli bir bağ vardır.”Yazgı”da teslim olup, şahsiyetinden ve yaşamından vazgeçerek kendine biçilen role boyun eğmiş birinin hikayesi,Kaderde ise,yaşamdaki kendisine uygun görülen role isyan edip ne pahasına olursa olsun kendi yaşamının oyuncusu olmak isteyen birinin hikayesi..Ama her ikisinin de ortak noktası,trajedi olmalarıdır.Zeki Demirkubuz, arzu ile yasanın en korkunç çarpışmasında çıkan korkunç haykırışları ve çatırdayan kemik seslerini, insanın trajedisi,ya da yazgısı olarak gözlerimiz önüne serer…

Yazının tamamını okumak için tıklayınız:http://sinemasanatii.blogspot.com/2010/09/kader.html

Üçüncü Sayfa: Meşru zemini ve meşru vasıtaları olmayan film...


Üçüncü Sayfa
Yükleyen hakanipek6. - Film ve TV kanalındaki diğer videolara göz atın

Önemli not:Yazıyı okumadan önce videoyu izleyiniz!..

İnsanların başkalarınca yazılmış senaryolarda istemedikleri rolleri oynadığı,kurtarılmayı bekleyen kişilerin kurtarıcı rolüne soyunmak zorunda kaldıkları,en iyi oynanılabilen rolün kurban rolü olduğu bir dünyanın filmidir “Üçüncü Sayfa”..

BİR SAHNE ÜZERİNDEN "ÜÇÜNCÜ SAYFA"

İstanbulda –sigara yasağı uygulanmazdan yıllar önce-dumana boğulmuş kahvehanelerden biri.Ozamanki Cumhurbaşkanı Demirel,televizyonda,kendisine sorulan bir soru üzerine,”açık toplum”kavramına o çok bilinen üslubuyla ‘açıklık’ getiriyor.”Meşru zeminler ve meşru vasıtalarla olması koşuluyla,herkesin dilediğini söylemesinin demokrasi gereği “olduğunu söylüyor.Sanki oyunun kuralları mükemmelmiş de,bütün suç, oyunu kurallarına göre oynamak istemeyen mızıkçı oyunculardaymış gibi…

O sırada televizyonun hemen altındaki masada,çok büyük ciddiyetle okey oynayan oyuncular..Adamlardan biri,bir türlü istediği taşların gelmemesine sinirleniyor,sövüp sayıyor..”S…. lan böyle oyunu!” diyerek uluorta sövüyor.Solundaki adam,çektiği taşla bitince,adam tekrar sövüyor.Sonra birdenbire, biten adam,elindeki ıstakayı küfür eden adamın kafasına indiriyor.Ortalık bir anda karışıyor.Adamın acı içinde haykırışları,araya girenler,adamın kanlar içinde kel kafası…Istakayı vuran adamın bir kez daha ıstakayı fırlatıyor,denk getiremiyor,sonra var gücüyle kaçmaya başlıyor.Fakat onun peşinden, yan masalardan birinde oturan genç bir adam,sanki onun suç ortağı imişçesine ,onun arkasından kirişi kırıyor…

Zeki Demirkubuz’un Masumiyet’i çekmeden bir önceki filmi Üçüncü Sayfa’dan alınan bu sahne,kendi özel dünyası ve çok özel dertleri olan bir yönetmenin belli başlı karakteristiğini ortaya koyuyor.Sahne ile ironi teşkil edecek şekilde tv ekranlarında ‘bir bilen büyüğün!’ konuşması.Ve büyük adamın söylediği sözleri anında tekzip eden sahne:Okey masası meşru bir zemin midir?Oyunculara değil,ama oyuna sövüp diğer oyuncuların aldıkları keyfi sabote eden bir oyuncunun sövüp saymaları meşru vasıta ile mi yapılmaktadır?Akabindeki kanlı bir kavga Demirel’i haklı mı çıkarmaktadır ?…Oysa dünya hiç de Demirel’in görmek istediği gibi değildir.Bu adamlar işsiz güçsüz,ya da günlük işler bulduklarında yok pahasına çalışan adamlardır.Evlerine ekmek götüremeyip ailelerine iyi bir hayat sağlayamamanın acısını,yine ailesine saldırarak çıkaran bu tiplerin,basit bir olay yüzünden böyle kanlı kavgalar çıkarmaları aslında olağandışı bir durum değildir.Oyunun kendisi yanlış,rollerin dağılımı kötüdür çünkü.O kuralların belirlenip rollerin dağıtıldığı dünya o denli acımasızdır ki,öyle mızıkçılık etmeyi kabullenmez,çabucak diskalifiye eder.

Yazının Tamamını okumak için tıklayınız :http://sinemasanatii.blogspot.com/2010/09/ucuncu-sayfa-mesru-zemini-ve-mesru.html

27 Eylül 2010 Pazartesi

Balıklar...İnsanlar...



O balıklar ki derya içindedirler derya nedir bilmezler...

O insanlar ki herşeyi bildiğini sanırlar...Ama hiçliğin içindedirler...

Çok sayıda orjinal karikatür,komik resim için tıklayınız