Çöküşün Estetiği: Kara Delik Metaforuyla Anlam ve Hiçlik Üzerine Bir Deneme
1. Giriş: Kişisel Krizden Kozmik Düşüşe Bu yazdıklarım, bir bataklık tarafından yavaşça yutulan ve bu durumu kanıksadığı için kendini kurtaracak hiçbir şey söyleyemediği halde bolca gevezelik yapan bir adamın hezeyanlarına benziyor olabilir. Belki de öyledir. Felsefe, çoğu zaman gündelik hayatın somut sıkıntılarından doğar. Günlerdir süren su kesintileri, dostların başına gelen trajediler, kalbe saplanan o ümitsiz yalnızlığın hançeri… Tüm bunlar, kişisel bir çöküş hissinin ötesinde, varoluşa dair daha büyük, daha soyut bir sorgulamanın fitilini ateşler. Mutlu biri olsaydım, şimdi başka şeyler yazıyor olurdum. Ama mutluluk şans işidir ve ben bu aralar şanslı olanlardan değilim. Bu yüzden bu metin, somut yaşam deneyiminin ağırlığından yola çıkarak hayatın özünde bir “kara deliğe düşüş” olduğu tezine doğru bir yolculuktur. Yaşam, çoğu zaman “boktan ama hızlı” giden bir süreçtir. Su kesintileri, kuraklık tehdidi, Bacanağım Şahap’ın ve Eşimin kuzeni Serkan’ın kızının komada olmaları...