10 Ekim 2009 Cumartesi

şairin suresi

şiir :fettah köleli okuyan:hakan ipek müzik:arnoud

alternatif linkhttp://www.vimeo.com/6998302

sairin suresi  fettah köleli'den

      şairin suresi-i

      i. devletin, dinin ve hatta dünya-ı evrenin
      sınırları hükümsüzdür, ey şair!

      imgelem atlarını kanatlandıran
      lezzeti her daim tende kalan bulaşıcı gölgesi ile

      sarhoş iken sen, çağrışımların!

      ii. kim, hangi şair ki
      yerine getirmez düşlerinin hükmünü

      bile ki ona zindan edeceğiz
      kendi gövdesinin dahi

  en masumane cürmünü!

devamı:   http://www.uludagsozluk.com/k/sairin-suresi/

7 Ekim 2009 Çarşamba

boşa giden zaman

imageİnsanın boş vakti fazla olunca o boş vakitlerin değeri de azalıyor.Tembel tembel pineklemenin cazibesi,insanın yaratıcı arzularını kapı dışarı ediyor,geriye zamanı daha da anlamsızlaştırıp  öldüren uyuşukluk,atalet kalıyor.

Evdeki yalnız günlerimi fırsat bilip bilgisayarda video klipler yapmaya başladım.Bunları bloguma koymak,youtube'da ya da başka bir sitede paylaşmak amacım.Önce okuduğum şiiri audacidy adlı ses düzenleme programı ile kaydediyorum.Sonra da sesin daha duru işitilmesi için bu programla efektler uyguluyorum.Daha sonra ona uygun tema müziği buluyorum:Genelde tercihim Bach'tan Beethoven'dan ya da ne bileyim işte,Arnoud'dan yana...Klasik müzik şiir için çok güzel fon oluyor.Bu kez okuduğum şiir Nazım'ın gençlik dönemine ait.O sıralar coşkulu bir sosyalist nefer Nazım.Yalnızca gençliğinin verdiği ateşle değil,taptaze ekim devriminin verdiği heyecanla çoşkulu,militanca şiirler yazıyor.Mayakovski'nin etkisinde,ama belki de Mayakovski'nin dizeyi dilediği yerden bölme tekniğini Mayakovski'den de daha iyi beceriyor,kafiyeleri tutuşturuyor...Bugün artık çömez devrimciler dışında pek itibar görmüyor bu dönem şiirleri.Zaten Nazım'ın kendisinin de pek arası yokmuş bu dönem şiirleri ile bildiğim kadarıyla...Ama yine de büyüleyici,yine de çekici bunlar...Çünkü Nazım her zaman duygunun,coşkunun,heyecanın ve vecdin efendisi olmuştur."Dört Başlı Şehir" öyle zehir zemberek burjuvazi ya da emperyalizm eleştirisi,ya da proleter marşı kabilinden bir şiir değil.Politik bile değil.İstanbul şehrinden duyduğu coşkuyu dökmüş dizelerine,işin içine proletaryayı falan katmadan...Maksimbardan ve o sıralar(1920-30'lar) fırtınalar estiren cazdan bahsediyor,ama ne yazık ki piyano çalan zenciden Amerikadaki ırkçılar gibi "kara köpoğlu" diye bahsediyor ve "konstantinopol" ü anlatırken şaşılacak bir şekilde caz müziğinin aylak,serseri,gamsız ritmini tutturuyor şiirinde.Elbette gençlik ateşinden hiçbirşey eksik değil:
yüzük
    bilezik
gerdanlık,küpe
müslin
     kroploşin
             tüy ipek
şu herif de karıma sersemce kur yapıyor pek!
pudra lavanta
fırak
  kocam bakıyor
              beni bırak!
  hani ya
        şampanya!..

bu şiirde internette bulduğum efektleri uyguladım.Sonra da bir yerde kalın adam sesi,bir yerde kadın sesi efekti uyguladım.Dinledim sonra,basbayağı olmuştu işte!..Keyfime diyecek yoktu.Sonra da arka plana kalabalık sesi efekti koydum.Dinledim.Ters giden birşey vardı,ne idi!Allah kahretsin,elbette ki,kullandığım mikrofon kalitesizdi,doğru düzgün bir ses kartım yoktu.Ne kadar efekt uygulasan da,sesimi durulaştırmanın,yumuşakça yankılamasının imkanı yoktu.Ne yaparsam yapayım,çıktı olması gerektiği gibi değildi.Hayal kırıklığı içinde yığıldım.Bunun için bir de fotoğraflardan oluşan slayt/video klip yapacaktım,ama bunu sonraya erteledim.Keyfim kaçmıştı.
Tesadüfe bak ki,yıllarca müzikle uğraşmış teyzeoğlu o sırada facebookda on line idi.Konuştuk.Yapmayı düşündüğü projelerden söz etti.Bana daha önce bilgisayar kaydında iyi sonuçlar elde edebilmem içi sahip olmam gereken donanım;nasıl bir ses kartı ve mikrofona sahip olmam gerektiğini,hangi programla kurgu ve edit yapmam gerektiğini anlatmıştı.Bana henüz ham bir şarkı kaydını gönderdi.O bahsettiği donanım cihazlarını alamadığımı söyledim."Eksik olan ne?para mı,hırs mı, yoksa zaman mı?" diye sordu."Hepsi" dedim."Aynen ben de o durumdayım" dedi.Parasal getirisi fazla olmayan bu işin çok fazla zaman gerektirdiğini,çalışıp para kazanmak zorunda olduğu için bu işe pek zaman ayıramadığını söyledi.Hazırladığım şiir klibinden söz ettim ona.Ama henüz oldukça amatörce olduğunu söyleyince,"başlangıçta öyle olur"dedi.İlginç ve ustaca birşeyler yapabilmek için çok sayıda denemeler yapmak gerektiğini söyledim.Tam burada o zaman mevzuunu gündeme getirip birlikte zamansızlıktan şikayetçi olduk.
   Düşündüm.İhtiyacımız olan en önemli şey zaman mıydı?Gerçekten de 2 yaşındaki oğlum pek rahat bırakmadığı için zaman bulamıyordum.Ayrıca insanın sakin bir kafaya ihtiyacı vardı.Dışarıda yapmak zorunda olduğum işin yeterince enerjimi emip tüketiyordu.Sonra çocukla ilgilenme zorunluluğu...Sonra bir bakıyorsun ki uyuma zamanı gelmiş...
   Ama gel gör ki insanın boş vakti fazla olunca o boş vakitlerin değeri de azalıyor.Tembel tembel pineklemenin cazibesi,insanın yaratıcı arzularını kapı dışarı ediyor,geriye zamanı daha da anlamsızlaştırıp öldüren uyuşukluk,atalet kalıyor.
   Önemli olan boş zamanının çok olması değil kanımca.Önemli olan<I style="mso-bidi-font-style: normal">..kendimize boş zaman yaratabilme konusundaki becerimiz.</I>Gündelik yaşamın hayhuyu,insanda strese neden olan ekonomik sorunlar arasında kendimize yaratabildiğimiz zaman.Yani zamanın önünü açmak,zamanı en önemli şey haline getirebilmek,zamanın baş köşemizde yer bulmasına izin vermek gerekli.Zamanı bu denli çok önemsese idik,o zamanın önceden planını yapsaydık,zamanımızı boşa geçirmeyeceğimize inansaydık,zaman bize şimdiki kadar kapris yapmazdı.O zaman biz bu yarattığımız şeye "<I style="mso-bidi-font-style: normal">boş zaman" </I>dememiz bile mantıksız olurdu.Çünkü o fethedilmiş ve hakedilmiş bir zaman olduğundan,ona artık boş demek mümkün olmayacak.O hakedilmiş zaman bizi kendiliğinden üretken kılacaktı...

6 Ekim 2009 Salı

ENTERESAN BİR DÜŞ

240Õ320_093

Sevgi dediğimiz şey nedir ki?Yakınlarımızın gerçek ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlandığımızda,sığındığımız bahanedir sevgi.Başlarız şirin görünmeye,vesveseli gösterilere,sıkmaya mıncıklamaya..Asıl gerçeği,yani sevdiğimiz kişinin ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığımızda,"ama"deriz"ben seni seviyorum."Bir bahanedir,bir özürdür,üç maymunu oynamaktır çoğu zaman sevgi..

Oğlum şimdi annesinin yanında ,4 saat ötedeki bir şehirde,teyzesinin yanında..Bir kaç gün sonra dönecekler.Annesi haberlerini veriyor telefonda:"Oğlumuz" diyor,"burada çok uslu.Herkesin takdirini kazandı."
Benim haşarı oğlumun uzaklarda neden huy değiştirdiğine kafa yoruyorum.Devam ediyor Annesi"Eniştesi sabah giderken Baba!Baba! diyerek ağlıyor arkasından..."
  Huy değişikliğinin nedenini anlıyorum.Nedeni benim yokluğum.Nedeni yabancı bir ortamda olduğununfarkında olması.Onun buradaki,yani evimizdeki afacanlıklarının bizimle,yani,annesi ve benimle bir çeşit iletişim kurma çabası büyük olasılıkla.Haşarılıkları ile ilgiyi üzerine toplamak...Oysa orada,yeni bir duruma uyum sağlamaya çalışıyor.Babasının yokluğu ve evinden uzakta olması.Annesinin varlığına rağmen yalnızlık çekmesi.Çünkü doğduğundan beri hiç ayrılmadığı için annesinden muhtemelen onu,kendinin bir parçası imiş gibi algılıyordur.Sonra yeni duruma uyum sağlama çabasından olsa gerek,benim yokluğumu en yakın erkeğe baba rolü vererek ikame etmeye çalışıyor.
   Gece düşümde gördüm onu.Eve dönmüşlerdi ve beni hiç tanımıyormuş gibi davranıyordu.Beni hayatından çıkarmış mıydı.Yanıma gelmiyordu.Ona öfkeleniyor,hayırsız evlat muamelesi yapıyordum,ama yine de yaklaşmıyordu yanıma.Sonra birden bire,acı içinde hissettim kendimi ve bu duruma son vermek için,ona sevgi gösterilerinde bulunup yaltaklanmaya başladım.O sırada uyandım.Bir süre rüya ile gerçek dünya arasındaki boşlukta kalakaldım.
  Onu çok seviyorum,çok düşkünüm ona..Sevgimi de hiç esirgemiyorum ondan,ama o sevgiden fazlasını talep ediyor.Onunla daha çok vakit geçirmemi,onunla sürekli orataklaşa bir dünyada yaşamamızı talep ediyor.Fakat aslında bazen ne kadar güç bir şeydir,sıkılgan,yorgun ve bezgin halimden sıyrılıp,çocukça duygularımı kuşanıp,sanki aramızda on yıllar yokmuş gibi onunla empati alışverişine girmek!..Oyuncaklar alıyorum,sevincinden kendime sevinç yapıyorum,ama farkındayım,o benden oyuncak değil,hatta sevgi bile değil,ilgi bile değil,onunla vakit geçirmemi talep ediyor.Çoğu zaman beni taklit ederek bana ayak uydurmaya çalışmasından anlıyorum ki,ne paylaşırsam paylaşayım,yeter ki birşey paylaşayım istiyor o..
   Çocuk sevgi falan değil paylaşım istiyor.Zaten sevgi dediğimiz şey nedir ki?Yakınlarımızın gerçek ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlandığımızda,sığındığımız bahanedir sevgi.Başlarız şirin görünmeye,vesveseli gösterilere,sıkmaya mıncıklamaya..Asıl gerçeği,yani sevdiğimiz kişinin ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığımızda,"ama"deriz"ben seni seviyorum."Bir bahanedir,bir özürdür,üç maymunu oynamaktır çoğu zaman sevgi..
   Bağışla beni,seninle her zaman alakadar olmadığım için yavrum.Bizim ana babamız da yeterli değildi,biz de değiliz.Hayatın dişlileri çarklıları arasında öğütülmüş ruhumuzun çocuk olması,bütün o maskelerden sıyrılması,henüz konuşmayı beceremeyen bir varlıkla empatiye dayalı bir ilişki moduna girmesi..İleride çocuğun olduğunda göreceksin,mükemmel ebeveyn olmak ne kadar zor...Ama ben seviyorum seni yavrum,önemli olan da bu değil mi?