Kısa ve Acısız,merkeze göçmenlik gibi evrensel bir temayı koymuş olmasına rağmen,kara film türünü ve nostaljik gangster melodramlarını izliyor.Aklıma ilk gelenler Sıkı Dostlar,Siyam Balığı,Bir Zamanlar Amerika…Özellikle Bir Zamanlar Amerika’ya çok şey borçlu gibi geldi bana
Kısa ve Acısız’ı izledim.Fena değil,güzel bir film.Adı ile karşıt bir şeyi,hayli uzun ve oldukça acılı bir durumu anlatıyor.Çocukluktan beri sürüp gelen can ciğer arkadaşlık ve gün gelip bunun darmadağın olması ve acı son…Bir Türk,bir Yunanlı ve bir Sırp arasında.Üçü de ufak tefek suçlar işleyen,sınırda,” arıza” tipler.Bir tanesi kurtulmaya çalışıyor.Suç işlememe kararı almış.Türkiye’ye dönüp iş kurmayı planlıyor.( Nedense Fatih Akın’ın filmlerinde kurtuluş kavramı anavatana kesin dönüşle ilişkilendiriliyor genellikle)Bir diğeri mafya içinde yükselerek yırtmayı kafaya koymuş.Yunanlının geleceğe ilişkin planı yok görünüyor.Giderek araya anlaşmazlıklar ve bazı çatışmalar girince inanılmaz güzellikteki dostlukları örseleniyor.Ancak kaderleri de görünmez bir iple birbirine bağlı olsa gerek,suç,ihanet,aşk,ölüm ve intikam sarmalında ikisi ölüyor,Türk olan Cebrail sağ kalsa da,bundan sonrasının iyi olmayacağı gerçeği ile bağlı kalarak hikayeyi noktalıyoruz.
Kısa ve Acısız,merkeze göçmenlik gibi evrensel bir temayı koymuş olmasına rağmen,kara film türünü ve nostaljik gangster melodramlarını izliyor.Aklıma ilk gelenler Sıkı Dostlar,Siyam Balığı,Bir Zamanlar Amerika…Özellikle Bir Zamanlar Amerika’ya çok şey borçlu gibi geldi bana.Fatih Akın bu filminde oldukça hızlı,manipulatif bir şekilde kurgulamış filmini.Durumlardan çok aksiyona ve çatışmaya önem vermiş ait olduğu türdeki örnekleri gibi.Aslında bu bir göçmenler üzerine film bile sayılamaz.Çünkü onların yerine benzer arıza Alman tipleri koy,sonuç değişmez.Daha çok aşk,ihanet,dostluk ve intikam üzerine bir film saymalıyız onu.Durumlardan daha çok aksiyona ve çatışmaya önem vermiş derken kastettiğim şu:Göçmen olma,farklı bir kültürde varolmaya çalışma gibi temalar üzerinde fazla durulmamış.Mesela Cebrail’in kız kardeşinin çok rahat bir yaşayış tarzı var.Cebrail bunu normal karşılıyor,ancak tutucu ailesinin bu konuda tavrı ne,pek ipucu alamıyoruz.Gerçi Cebrail dışında onun bir hristiyan genci ile ilişkisi olduğunu bilmezmiş gibi görünüyor,ama aslında Fatih Akın,bu gibi soru işaretlerine sapmadan anlatmak istiyor hikayesini.Üç yabancı gencin dünyanın her yerinde görülebilecek türden arızaları dışında herşey normalmiş gibi bir hava var.Bu da Kısa ve Acısız filminde Fatih Akın'ın seçimi.O sıralar fazla tanınmamış olan yönetmen,her kesimden izleyicinin rahatça izleyebileceği,ortalama sinema izleyicisinin alışık olmadığı dönemeçlere sapmayan bir film yapmak,mümkün olduğunca fazla izleyiciye ulaşmak istemiş.Rahatça izleniyor film;senaryo da tıkır tıkır işliyor.Oyuncular ise,başta Sırp Boby'i canlandıran Aleksandar Javanoviç olmak üzere oldukça iyi iş çıkarmışlar.
Ancak "Duvara KArşı" kadar güçlü bir film değil Kısa ve Acısız.Bunu Fatih Akın'ın sinemasında üslubunun yeterince olgunlaşmamış olduğu,kendine has üslubunun gereği olan sinema dilinin yeterince belirginleşmediği bir film.Asıl onun sineması kişiliğine ve kimliğine "Duvara Karşı"ile ulaşıyor.Duvara Karşı'da Fatih Akın,daha önce üzerinden atlayıp geçtiği meseleleri deşiyor,deşmekle kalmayıp o meselelerin özüne iniyor,onları özel konular olmaktan çıkarıp evrensel meseleler haline getiriyor.Gurbetçi insanların en temel dertlerinden biri olan "ait olamama melankolisini" hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde saptayıp gözlerimizin önüne seriyor.Üstelik bunu görünür kılmayı en zor şekilde başarıyor.Seçtiği tipler,geleneksel,tanıdık figürler değil.Türkten çok Almanlara yakınmış gibi duruyorlar,ancak kucaklayıcı bir kimlik duygusu eksikliğini çok şiddetli yaşadıkları,onlardaki aidiyet ve türk kimliği duygusunu örseleyen şeyin kendileri değil,içine kapanıp tutuculaşmış türk kültürü olduğunu çok iyi anlatıyor bize.Bu bağlamda filmin simgeleri de yerli yerine oturmuş oluyor.Mesela Cahit'in ölmüş Alman karısı,aynı zamanda Alman kültürü ile bütünleşme idealinin ölmesinin simgesi olup çıkıveriyor.Aynı şekilde kendisine sataşan Yunanlıya attığı tek yumruk yüzünden Yunanlının ölüvereceği tutması da,gizli saklı bir yaşantı kurarak farklı olmanın saltanatını sürmenin imkensızlığı üzerine ironik bir simgeye dönüşüyor.Simgesel düzeyde okunduğunda da çok zengin bir altyapısı var filmin.Yalnız senaryo değil,kurgunun sağlamlığı da dikkati çekiyor.Diyelim ki Sibel'in Cahit hapse düştükten sonra damarını tam ortadan kestiği sahne,ya da İstanbul'un düşkün mekanlarından birinde uyuşturucu ararken,bir grup psikopatın kendisini öldüresiye dövmelerini adeta teşfik etmesi gibi sahneler,tam da olması gerektiği yerde karşımıza çıkıyorlar.Artık bu filmde ne yapacağına kararını çoktan vermiş,anlattığı konuların damarına basmasını çok iyi beceren bir sinemacı ile karşılaşıyoruz.Belki de aslında çok iyi tanıyıp anladığı insanları anlattığı için bu denli başarılı olmuştur.Sibel gibi,Cahit gibilerin nerede ne yaşadıklarını,nasıl davranacaklarını ve ne zaman kırılacaklarını çok iyi biliyor Fatih Akın.