8 Ağustos 2009 Cumartesi

KISA VE ACISIZ (Kurz und Schmerzlos) FİLMİ İZLENDİKTEN SONRA SICAĞI SICAĞINA YAZILDI!(Soğumadan okuyun)

Kısa ve Acısız,merkeze göçmenlik gibi evrensel bir temayı koymuş olmasına rağmen,kara film türünü ve nostaljik gangster melodramlarını izliyor.Aklıma ilk gelenler Sıkı Dostlar,Siyam Balığı,Bir Zamanlar Amerika…Özellikle Bir Zamanlar Amerika’ya çok şey borçlu gibi geldi bana

 

kisaveacisizkurzundschmok4

Kısa ve Acısız’ı izledim.Fena değil,güzel bir film.Adı ile karşıt bir şeyi,hayli uzun ve oldukça acılı bir durumu anlatıyor.Çocukluktan beri sürüp gelen can ciğer arkadaşlık ve gün gelip bunun darmadağın olması ve acı son…Bir Türk,bir Yunanlı ve bir Sırp arasında.Üçü de ufak tefek suçlar işleyen,sınırda,” arıza” tipler.Bir tanesi kurtulmaya çalışıyor.Suç işlememe kararı almış.Türkiye’ye dönüp iş kurmayı planlıyor.( Nedense Fatih Akın’ın filmlerinde kurtuluş kavramı anavatana kesin dönüşle ilişkilendiriliyor genellikle)Bir diğeri mafya içinde yükselerek yırtmayı kafaya koymuş.Yunanlının geleceğe ilişkin planı yok görünüyor.Giderek araya anlaşmazlıklar ve bazı çatışmalar girince inanılmaz güzellikteki dostlukları örseleniyor.Ancak kaderleri de görünmez bir iple birbirine bağlı olsa gerek,suç,ihanet,aşk,ölüm ve intikam sarmalında ikisi ölüyor,Türk olan Cebrail sağ kalsa da,bundan sonrasının iyi olmayacağı gerçeği ile bağlı kalarak hikayeyi noktalıyoruz.

    Kısa ve Acısız,merkeze göçmenlik gibi evrensel bir temayı koymuş olmasına rağmen,kara film türünü ve nostaljik gangster melodramlarını izliyor.Aklıma ilk gelenler Sıkı Dostlar,Siyam Balığı,Bir Zamanlar Amerika…Özellikle Bir Zamanlar Amerika’ya çok şey borçlu gibi geldi bana.Fatih Akın bu filminde oldukça hızlı,manipulatif bir şekilde kurgulamış filmini.Durumlardan çok aksiyona ve çatışmaya önem vermiş ait olduğu türdeki örnekleri gibi.Aslında bu bir göçmenler üzerine film bile sayılamaz.Çünkü onların yerine benzer arıza Alman tipleri koy,sonuç değişmez.Daha çok aşk,ihanet,dostluk ve intikam üzerine bir film saymalıyız onu.Durumlardan daha çok aksiyona ve çatışmaya önem vermiş derken kastettiğim şu:Göçmen olma,farklı bir kültürde varolmaya çalışma gibi temalar üzerinde fazla durulmamış.Mesela Cebrail’in kız kardeşinin çok rahat bir yaşayış tarzı var.Cebrail bunu normal karşılıyor,ancak tutucu ailesinin bu konuda tavrı ne,pek ipucu alamıyoruz.Gerçi Cebrail dışında onun bir hristiyan genci ile ilişkisi olduğunu bilmezmiş gibi görünüyor,ama aslında Fatih Akın,bu gibi soru işaretlerine sapmadan anlatmak istiyor hikayesini.Üç yabancı gencin dünyanın her yerinde görülebilecek türden arızaları dışında herşey normalmiş gibi bir hava var.Bu da Kısa ve Acısız filminde Fatih Akın'ın seçimi.O sıralar fazla tanınmamış olan yönetmen,her kesimden izleyicinin rahatça izleyebileceği,ortalama sinema izleyicisinin alışık olmadığı dönemeçlere sapmayan bir film yapmak,mümkün olduğunca fazla izleyiciye ulaşmak istemiş.Rahatça izleniyor film;senaryo da tıkır tıkır işliyor.Oyuncular ise,başta Sırp Boby'i canlandıran Aleksandar Javanoviç olmak üzere oldukça iyi iş çıkarmışlar.
    Ancak "Duvara KArşı" kadar güçlü bir film  değil Kısa ve Acısız.Bunu Fatih Akın'ın sinemasında üslubunun yeterince olgunlaşmamış olduğu,kendine has üslubunun gereği olan sinema dilinin yeterince belirginleşmediği bir film.Asıl onun sineması kişiliğine ve kimliğine "Duvara Karşı"ile ulaşıyor.Duvara Karşı'da Fatih Akın,daha önce üzerinden atlayıp geçtiği meseleleri deşiyor,deşmekle kalmayıp o meselelerin özüne iniyor,onları özel konular olmaktan çıkarıp evrensel meseleler haline getiriyor.Gurbetçi insanların en temel dertlerinden biri olan "ait olamama melankolisini" hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde saptayıp gözlerimizin önüne seriyor.Üstelik bunu görünür kılmayı en zor şekilde başarıyor.Seçtiği tipler,geleneksel,tanıdık figürler değil.Türkten çok Almanlara yakınmış gibi duruyorlar,ancak kucaklayıcı bir kimlik duygusu eksikliğini çok şiddetli yaşadıkları,onlardaki aidiyet ve türk kimliği duygusunu örseleyen şeyin kendileri değil,içine kapanıp tutuculaşmış türk kültürü olduğunu çok iyi anlatıyor bize.Bu bağlamda filmin simgeleri de yerli yerine oturmuş oluyor.Mesela Cahit'in ölmüş Alman karısı,aynı zamanda Alman kültürü ile bütünleşme idealinin ölmesinin simgesi olup çıkıveriyor.Aynı şekilde kendisine sataşan Yunanlıya attığı tek yumruk yüzünden Yunanlının ölüvereceği tutması da,gizli saklı bir yaşantı kurarak farklı olmanın saltanatını sürmenin imkensızlığı üzerine ironik bir simgeye dönüşüyor.Simgesel düzeyde okunduğunda da çok zengin bir altyapısı var filmin.Yalnız senaryo değil,kurgunun sağlamlığı da dikkati çekiyor.Diyelim ki Sibel'in Cahit hapse düştükten sonra damarını tam ortadan kestiği sahne,ya da İstanbul'un düşkün mekanlarından birinde uyuşturucu ararken,bir grup psikopatın kendisini öldüresiye dövmelerini adeta teşfik etmesi gibi sahneler,tam da olması gerektiği yerde karşımıza çıkıyorlar.Artık bu filmde ne yapacağına kararını çoktan vermiş,anlattığı konuların damarına basmasını çok iyi beceren bir sinemacı ile karşılaşıyoruz.Belki de aslında çok iyi tanıyıp anladığı insanları anlattığı için bu denli başarılı olmuştur.Sibel gibi,Cahit gibilerin nerede ne yaşadıklarını,nasıl davranacaklarını ve ne zaman kırılacaklarını çok iyi biliyor Fatih Akın.

6 Ağustos 2009 Perşembe

KIYIYA VURMUŞ BİR YUNUSA BENZEYEN KASABA :AKÇAKOCA

resim11tb9 

Bu gibi turistik fotoğraflarda görünen değil bu gibi fotoğrafların gizlediği bir Akçakoca’dır bu yazının konusu…

Fındık bahçeleri sayılmazsa yeşil alan diyebileceğimiz yerler,mezarlıklar ve hastane bahçesi gibi yerlerdir Akçakoca’da.Mezarlıklardaki o güzelim selviler,ayaklarının dibinde mezarlıklarda yatan ölülerin değil,doğası ve tarihsel dokusu tahrip edilmiş Akçakocanın yasını tutar gibi sessiz sessiz sallanırlar rüzgarda.

 

Akçakoca belli bir kesim tarafından gezi ve tatil yeri olarak tercih edilen bir batı karadeniz kıyı kasabası.Kayaların denize dimdik indiği karadeniz kıyı profilinden biraz farklı olarak, uzun kıyı şeritleri ile dikkat çekiyor.Denizin pek temiz olduğu söylenemez ama kale plajı gibi mavi bayrak alıp temizliği uluslararası alanda teyid adilmiş plajları da var.Genelde yazlığı olan, ya da tatil için ayıracak fazla bütçesi olmayan orta halli aileler tarafından tatil yeri olarak tercih ediliyor,ancak yine de Akçakoca'nın bir turistlik belde olduğunu söylemek güç.Karadenizin kararsız yaz ikliminden dolayı.Öğle güneşi ile hava pırıl pırılken akşama kadar kara bulutların toplanması ve akabinde patlayan doludizgin sağanak,yadırganacak birşey değildir burada.Ayrıca kışın durgun olan denizin aksine yaz boyunca denizden kıyıya doğru esip güçlü dalgalar yaratan poyraz da olumsuz bir etken.Deniz sık sık yüzmekten ziyade sörf yapmaya elverişli dalgalarıyla yüzme deneyimi olmayanlara ürküntü verecek bir hal alıyor.Ama her zaman böyle değil elbette.Denizin yatışmış havanın pırıl pırıl olduğu günlerde Akçakoca Denizi zevkine doyulmaz bir hal alır ve akşam püfür püfür esen serin rüzgar sayesinde kendini caddeye atan insan kalabalığından ana baba gününe döner.Havanın alışılmadık davranışlarına hazır olmak koşuluyla Akçakoca'da uygun bir bütçe ile bir iki güzel hafta geçirebilmek mümkündür.
  Denizden istifade edecek kadar kıyısı olan başka yerler gibi Akçakoca sahil şeridi güzeldir.Kıyı boyunca plajlar,bu plajların ardına öbeklenmiş lokantalar ve eylence yerlerinin sizi sıcak bir tatil atmosferine sokması uzun zaman almaz.Yılda 2 ay da olsa ekonomide kımıl kımıl bir canlılığa yol açan turistleri akçakoca esnafı güleryüzlülüğü ile bağrına basar.Akçakoca geceleri o güzel "Akdeniz Akşamları" şarkısını getirir akıllara sık sık..
  Ancak Bu kasabayı kıyılarından ibaret sayanlar içindir Akçakocanın sevimliliği.Burada yaşıyorsanız zamanla tuhaf giden birşeyler ve bazı şeylerin eksikliği kendini her geçen gün daha fazla hissettirir.Yeşil eksiktir ve beton yığınları ile mahvolmuş bir haldedir Akçakoca.Yeşilin eksikliği tuhaftır,adeta olağandışıdır.Çünkü Akçakoca'da en ölü toprağı bile diriltecek Karadeniz iklimi egemenliğini sürdürür.Gerçi özellkle yaz aylarında kasabanın dışına doğru baktığınızda heryer yemyeşilmiş gibi görünür.Oysa bu bir yanılmadır,çünkü o yeşillikler tümüyle fındık bahçelerine aittir.Ormanları talan edildikten sonra herkese ait ormanların yerini özel mülk fındık bahçeleri almıştır.Fındık da tıpkı keçi gibi ormanın en azılı düşmanıdır.Çünkü fındık,sulanmayı istemez;engebeli araziye,meyilli yerlere bayılır.Ormanın doğal bir biçimde yetişip tarıma elverişli olmayan arazilerde kurduğu egemenliğin yerini fındık bahçelerinin egemenliği almıştır.Fındık bahçeleri genişledikçe ormanlar yok olmuştur.Akçakoca köylerinde biile kendiliğinden yetişen ormanlara seyrek rastlanır.Akçakocanın ekonomisinin temelini fındık tarımı oluşturur.Çünkü eyimli ve engebeli araziye fındık,düşük giderli ve pazar değeri oldukça yüksek bir ürün olarak kurtarıcı olmuştur.Yıllar yılı fındık tarımını destekleme politikaları sayesinde fındık alanları artmış,bu alan arttıkça çiftçinin refahı artmış,çiftçinin refah artışına bağlı olarak Akçakoca esnafının yüzü gülmüştür.Ama bu ilerleme modeli pahalıya malolmuştur Akçakoca'nın doğasına.
   Ancak son yıllarda bu gidiş kötüye dönmüş görünüyor Akçakoca'da.Birkaç yıldır fındık taban fiyatlarını oldukça düşük tutmak bir devlet politikası halini aldı.Nihayet bu yıl da erkenden "toprak mahsulleri ofisinin fındık alımı yapmayacağını" açıkladı Maliye Bakanı.Cumhurbaşkanı seçimi ve kapatma davaları nedeniyle mağdur kisvesine bürünüp bura halkının oldukça sempatisini kazanmış olan iktidar partisinin nihayet takkesi düştü,keli göründü.Hükümet fındık tarımını destekleme politikasını tümüyle terkedip çiftçiyi serbest piyasanın acımasız çarkına itiverdi.Ancak fındık alımı ve taban fiyatı,bir takviye güç olarak iktidar partisinin yedeğinde duracak her zaman.Seçim yaklaştığı zaman şimdiki sözlerini  bir kenara bırakıp bol miktarda destekleme alımı yapacaklar.Halkı uyutup seçimi kazandıktan sonra destekleme alımlarını bırakıp piyasa ekonomisinin acımasız çarkını çevirmeye başlayacaklar.Halk bu naneyi yutacak mı?Ancak sosyalizm perspektifinde planlı ekonominin gücü sayesinde refah artarken doğanın ve doğanın dengesinin korunmasının mümkün olabileceğini halkın anlaması için ne kadar daha beklemek zorundayız?Daha ne acı bedeller ödemesi gerekecek insan ve doğanın?...
    Neyse konuyu dağıtmadan bir de şu "beton yığınları" meselesine değinelim.Akçakocanın tarih içindeki serüveni korkunç derecede plansız bir gelişim seyri izlemiştir.Bunu anlamak için  tarihçi olmaya lüzum yoktur.Başınızı kaldırıp binalara bakmanız yeterlidir.Merkezde çok katlı binaların hemen hepsi,aceleye getirilmiş,maharetsiz ellerden çıkmış,hiçbir özgünlük taşımayan bir görünümdedir.Bu sokakları ya da caddelerini dolaşırken içinizi bir anda amansız bir kasvet duygusu kaplarsa,bilin ki bunda etrafınızı çevrelemiş grotesk bir şekilde sırıtan bu binaların büyük payı vardır.Akçakocanın çok büyük bir bölümü,buralarda hiç imar planı yapılıp uygulanmadığı duygusuna yol açar insanda.Ancak bu kasvet duygusuna yol açan nedenlerden birinin de,bu binaların çok eski olması değildir.Her nedense Akçakoca çok eski bir kasaba olmasına karşın tarihi denilebilecek binalara rastlamak pek kolay değildir.Tarihi ve doğası buharlaşıp uçmuş gibidir.Bu dokuyu tahrip edip yerini alan şey,hiçbir özelliği olmayan,hiçbir şey ifade etmeyen apartman gecekondu kırması diyebileceğimiz binalardır.Kıyı şeridini saymazsak,sokak ve caddelerde ağaca rastlamak imkansızdır.Hayli meyilli bir arazi üzerine kurulmuş Akçakocanın yukarı mahallelerine çıkıp etrafa baktığınızda doğanın yoksullaşması ve fakirleşmesi son derece dramatik bir hal alır.Fındık bahçeleri sayılmazsa yeşil alan diyebileceğimiz yerler,mezarlıklar ve hastane bahçesi gibi yerlerdir.Mezarlıklardaki o güzelim selviler,ayaklarının dibinde mezarlıklarda yatan ölülerin değil,doğası ve tarihsel dokusu tahrip edilmiş Akçakocanın yasını tutar gibi sessiz sessiz sallanırlar rüzgarda.
   Akçakoca'da kamu hizmetlerini gören belediyenin bu yoksullaşmada payı nedir diye sorarsanız,fazla söze gerek duymayan birşey,belediye binası, çok şey anlatacaktır.Yüksekçe bir arazide,herşeye hakim bir mevkide kurulmuş olan Akçakoca yeni belediye binası,bu yıl hizmete açılmıştır.Oldukça görkemli bir taş binadır;ilk anda bura için muazzam para harcanılmış olduğu düşüncesine yol açar.Apartman gecekondu kırması binaların egemen olduğu Akçakoca'da diğerlerine kıyasla bir saray gibi gözükür.Binanın ihtiyacın çok üzerinde bir büyüklüğe sahip olduğu,devasa odalarda bir ya da ikişer memurun çalıştığı,bu odaların ısıtılması için çok para harcandığı söylenmektedir.Böyle bir saraya ihtiyaç olmadığını,bunca harcanmış paranın fuzuli olduğunu söyleyenler haklıdır.İnsanı yutuveren geniş ama bomboş koridorları ve kocaman odaları ile belediye binasının iç mekanında eksik olan şey,sevimliliktir.Rampalı,küf kokulu,bitişik, geniş camekanlı odaları ile eski belediye binası,bundan 40-50 sene öncesinin havasını taşıyan atmosferi ile gözüme bu yenisinden daha sevimli gözükmüştür.Şimdiki şafafatlı belediye binasını yapan AKP'li belediyenin en göze çarpan eseridir bu. Binanın masraflarının çok büyük kısmı ödenmemiş,belediyenin borç hanesine yazılmıştır.Yeni belediye "sarayında"  büyük fetihler yaptıktan sonra zaferini taçlandırmak için işgal ettiği yerlere görkemli anıt ve yapılar yaptıran işgalci muzaffer komutanların yaptırdıklarını çağrıştıran bir şeyler vardır.Ancak bu saray,aslında Akçakoca'ya, harcanmış olandan daha da pahalıya mal olmuştur.Akçakocalılar şimdiki belediye sarayının olduğu yerde,doğal orman ağaçlarından oluşmuş yemyeşil bir alanın olduğunu,Belediyenin bir ağaç katliamına girişip bütün ağaçları söktükten sonra belediye sarayı için alan açıldığını söylemektedirler.Hatta o alan,Akçakoca'da çok az bulunan doğal yeşil alanların içinde ağacın en fazla bulunduğu yermiş.Belediyenin nasıl bir kıyıcı savaş sonunda zaferini ilan edip o belediye sarayını inşa ettirdiği çok daha iyi anlaşılıyor şimdi.Mühendis belediyeciler,en iyi yerleşim alanının insan ve doğa arasındaki dengeni korunduğu alan olduğu gerçeğinden habersiz, böyle övünecekleri türden eserler bırakıyorlar kendilerinden geriye.Akçakoca son seçimlerde AKP'li belediyeye yeterli oy vermeyerek yolcu etmiştir,yerine de yeni bir "mühendis"  belediye başkanı getirmiştir.Onlar da betonun zaferine(!)  katkı sağlayacaklar mı,bunu zamanla göreceğiz...
    Gerçekte yukarılara çıkıp bakıldığında kıyıya vurmuş, can çekişmekte olan bir yunus balığına benzer Akçakoca.Can çekişmektedir,ama o yunus güzelliği üzerindedir hala.Yeterli ilgi,özen ve emek sayesinde dirilip canlanacak bir yunus balığı.Karadenizde kendini çok hızlı bir şekilde yenileyebilecek güce sahip bir iklim bulunmaktadır.Her şeye rağmen kaybedilmemiştir,bire bin verecek potansiyeli barındırmaktadır.Yeter ki,insan ile doğa arasındaki o hassas uymu kararlılıkla sürdürebilecek hassasiyete sahip çağdaş bir şehircilik anlayışı ile sahip çıkılsın ona.Yeter ki,her şey,para ve rant ekonomisinin hizmetine sokulmasın.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

MATEMATİK YALAN SÖYLEMEZ..!!!!

A = 1           B = 2           C = 3           Ç = 4
D = 5           E = 6           F = 7           G = 8
Ğ = 9           H = 10         I = 11           İ = 12
J = 13          K = 14          L = 15          M = 16
N = 17         O = 18         Ö= 19          P = 20
R = 21          S = 22         Ş = 23         T = 24
U = 25         Ü = 26         V = 27         Y = 28
Z = 29
-----------------------------------
Z =29
E = 6
K =14
A = 1
ZEKA = 50% BAŞARI
-----------------------------------
Ç = 4
A = 1
L =15
I =11
Ş =23
M =26
A = 1
K =14
ÇALIŞMAK = 85% BAŞARI
-----------------------------------
D = 5
E = 6
N =17
E = 6
Y =28
İ =12
M =16
DENEYİM = 90% BAŞARI
-----------------------------------
Y =28
A = 1
L =15
A = 1
K =14
A = 1
L =15
I =11
K =14
YALAKALIK = 100% BAŞARI
-----------------------------------
T =24
O =18
R =21
P =20
İ =12
L =15
TORPİL = 110% BAŞARI

 

4 Ağustos 2009 Salı

“DUVARA KARŞI” TEKRAR TEKRAR İZLENMESİ GEREKEN FİLM

duvara-karsi

Ne türk ne de alman olabilmenin,iki arada bir derede olmanın,ne oraya ne de buraya ait olmanın üzerine çok çarpıcı dokunakla filmi tekrar tekrar izlemekte yarar var

DUVARIN KARŞISINDA BİR HAYAT VAR MI?

  Duvara Karşı filmini hala görmeyeniniz var mı?Bu Altın Palmiye ödüllü filmi büyük bir olasılıkla izlediniz.Ya sevdiniz mi?Sevmediyseniz,bir şeyler sizin filmle duygusal bağ kurmanıza engel olduysa mutlaka bir kez daha izlemenizi tavsiye ediyorum.Filmin kahramanları,Sibel ve Cavit,gerçek hayatta karşılaştığımızda ürküp uzaklaştığımız,bir yakınımız bu tip kişilerin yörüngesine girdiyse önlemler alıp uzaklaştırmaya çalışacağımız türden insanlar.Toplumla bağlantıları zayıf,aidiyet duyguları zayıflamış,günü birlik bohem hayat yaşayan,aile değerlerini önemsemeyen,uyuşturucuya meyilli savrulmuş tipler.Bu türden kişilerle duygusal bağlantı kurmak da zor oluyor,bu bağ kurulamayınca öyküsünü izlediğiniz bu insanların dünyasına alabildiğine dışarıdan bakıyorsunuz.
   Gelgelelim kuşku ve güvensizlik her zaman doğru yöne götürmez bizleri.Uzak ama güçlü bir başka ihtimal ise,aslında Sibel ve Cavit'in bizlere çok benziyor olmasıdır.Bu nedenle bu insanların öykülerini gerçekten kavrayabilmek için tekrar tekrar izlemekte yarar var diye düşünüyorum.
   Cavitle Sibel'in öyküsünde Cavit,yıllar önce kaybettiği alman karısından sonra bir başkasına duygusal bağlanmayı reddetmiş,tümüyle anlık yaşamaya odaklanmış bir türk.Aslında türkçeyi de doğru dürüst konuşamıyor,bir akrabası dışında tanıdığı pek türk yok.Bir gün arabası ile duvara toslayıp ölümden dönüyor.Alman doktor,bu kazayı intihar içgüdüsüyle yaptığını anlatmaya çalışıyor,ama Cavit'in pek umursadığı yok bunu.İntihar girişimi nedeniyle hastanede tanıştığı Türk kızı Sibel,damdan düşer gibi evlilik teklif ediyor ona.Düzmece bir evlilik yapmak istiyor Sibel,amacı bu evlilk sayesinde tutucu ailesinin baskısından kurtulmak.Cavit bu işe istemeyerek de olsa razı oluyor.Tümüyle türk usulü bir evlilik yapıltıktan sonra Sibel arzu ettiği gibi dilediğince cinsel beraberlikler yaşıyor(başkalarıyla)Cavit de başlangıçta pek uyuşamadığı bu kıza kendisini kaptırıyor zamanla.Duvarın karşısında bir hayat mümkün olabilir mi?Bir taraftan bir türlü adepte olunamayan Alman kültürü,diğer tarafta baskıcı türk cemaati.Bu aşılmaz duvarın karşısında Sibel ve Cavit'in aşkları filiz verip büyüyor.Akıl ve hesapla değil,içgüdüleri ile bir araya gelmiş iki insan.Birbirine sığınarak bu duvarın karşısında var olmaya çalışıyorlar.Ama çok geçmeden bu iki insanın ilişkisi imkansıza doğru sürükleniyor.Hem de inanılmaz ironik bir olaydan sonra.Bir yunanlının kendisine sataşması yüzünden Cavit'in attığı tek yumruk yüzünden adamın ölüvereceği tutuyor!Sonrası pisipisine cavitin hapse girmesi ve Cavitle Sibel'in düzmece evliliklerinin ve Sibel'in ailesini çok kızdıran bohem yaşantısının ortaya çıkması.Kader örmüş ağlarını bir kere işte!İnsanın bir topluma ait  olma gibi çok temel evrensel meselesinin aşk ile çözülemeyeceği,o duvarın karşısında alternatif bir hayat kurmanın giderek aşkın imkansızlığı...Sibel ailesinin tehdidi nedeniyle İstanbul'da bir akrabasının(Meltem Cumbul) yanına sığınıyor.Çok zor olsa da bu yeni hayatının dayattığı koşullara uyum sağlayıp "iyi bir aile kızı" oluyor.Cavit hapisten çıktıktan sonra Sibel'in izini buluyor,ama bulur bulmaz da,kurmaya çalıştığı ilişkinin imkansızlığa yazgılı olduğunu anlayıp Sibel'i yeni hayatıyla başbaşa bırakıyor ve Türkiye'de yeni bir hayata başlıyor.Umulmadık bir şekilde başlayan ilişkileri hiç umulmadık bir şekilde sonlanıyor ve her ikisi de Almanya'da başladıkları hayat yolculuklarına Türkiye'de,ama yalnız olarak devam ediyorlar.
    Ne türk ne de alman olabilmenin,iki arada bir derede olmanın,ne oraya ne de buraya ait olmanın üzerine çok çarpıcı dokunakla filmi tekrar tekrar izlemekte yarar var.Her izlediğinizde,bir öncekinden daha fazla içinize acı dolacağından,her seferinde bir önceki izleyişinizden daha da dehşet bir trajediye tanık olacağınızdan kuşkum yok.
İNDİRME BAĞLANTISI :

http://rapidshare.com/files/263314687/Duvara_Karsi.part1.rar
http://rapidshare.com/files/263317481/Duvara_Karsi.part2.rar
http://rapidshare.com/files/263327232/Duvara_Karsi.part3.rar
http://rapidshare.com/files/263252202/Duvara_Karsi.part4.rar
http://rapidshare.com/files/263252359/Duvara_Karsi.part5.rar
http://rapidshare.com/files/263285285/Duvara_Karsi.part6.rar
http://rapidshare.com/files/263285513/Duvara_Karsi.part7.rar

3 Ağustos 2009 Pazartesi

SİGARA İÇEMEYEN VATANDAŞ SİLAHA SARILDI!…

Birgün dünya yüzünde bu sigara denilen saçmalık bitecek.Bugün o marlboro gibi dev sigara şirketlerinin yedikleri 100 milyarlarca dolar cezalara rağmen nasıl olup da ayakta kalabildiklerini anlayamasam da,bir gün sigaranın yeryüzünden silineceğine eminim.

fft5_mf221010

Haberin Kaynağını okumak için tıklayın

Sonunda beklenen şey oldu.Türkiye'de kapsamlı sigara yasağının uygulanmaya konmasından beri ilk defa vatandaşlardan biri eyleme geçip restoranda sigara içmesine izin vermeyen görevlilere saldırdı.Hani bilirsiniz işte canım,sigara tiryakileri sigara içemedikleri zaman çok sinirli olurlar ya işte...Ramazanda oruç tutan kimi tiryakiler,sinirliliklerinin nedenini her nedense açlığa ya da susuzluğa değil,sigara içememeye bağlarlar.Bu vatandaşımız da,içkili restoranda yemek yerken(sigara olmadan içkili yemek mi yenir??) kendisini engelleyen restoran görevlilerine silahla saldırmış.İki kişiyi yaralamış.Şimdi de hakim karşısına çıktığı zaman,sigara içmesinin engellenmiş olması nedeniyle tepkisinin büyük ölçüde doğal sayılmasını,ona göre cezada indirim yapılmasını bekleyecek herhalde.Eh ne de olsa çok yakın bir zamana kadar,sigara içmek suretiyle başkalarının sağlığını hiçe saymak, dünyanın en doğal bir şeyiymiş gibi görünüyordu.Bazı tiryakilerde bu başkalarının sağlığını önemsememe meselesi son derece ironik bir hal alıyordu.Hamile bayan çocuğu olana dek sigara içmiyor,bebek doğduktan sonra evin içinde sigara içmiyor,ama dışarıda,işyerinde,ya da yemek yenilen yerlerde fosur fosur içiyordu.Çocuklarının sağlığı konusunda son derece duyarlı baba,sigara içmek için soğuk sıcak demeden balkona çıkıyor,ama dışarıda,bilhassa ortak kullanılan kapalı mekanlarda bunun acısını çıkarmak için abanıyordu da abanıyordu sigaraya.
    Bunlardan sanki çok eskiden oluyormuş gibi söz ediyorum,ama böyle şeyler sürüp gidiyor.Tiryakilerin çoğu için başkalarının sağlığı ile oynamak hala dünyanın en doğal şeyi sayılıyor.Yasağa öfkeleniyorlar,ama yazının konusu olan silahlı tiryaki kadar aceleye getirmeyecekler işi.Sabredecekler ve umursamazlık ve vurdumduymazlık yolu ile yasakları aşındırıp işlevsiz hale getirecekler.Nasıl olsa her zaman para cezası uygulanacak değil ya.Sigara içilmemesi uyarısı yapılınca ya homurdanarak,bir sineği eziyormuş gibi sigaralarını söndürecekler,ya da işi pişkinliğe şaklabanlığa vurmaya çalışacaklar.Zamanında Türkiye'de şehir içinde emniyet kemeri kullanma zorunluluğu getirildi ,ama şimdi bırakalım bu zorunluluğa uyanların kalıp kalmadığını,böyle bir yasağın varlığını hatırlayan kaldı mı diye sormak gerekir.Bizi niye Avrupa birliğine almadıkları meselesine gelince,bunun nedenini tam da bu gibi çağdaş kurallara karşı direngenliğimizde ,hukuku guguka çevirme konusunda eşsiz maharetlerimizde aramak gerekir.
    Bir zamanlar 6 yıl öncesine kadar ben de tiryakiydim,çok fazla sigara içiyordum.Bugün artık içmiyorum,sigara içtiğim zamanları olağandışı bir yaşantım varmış gibi algılıyorum.O içtiğim zamanlarda ben de kapalı yerlerde sigara içilmemesi konusundaki tavırlara büyük öfke duyardım.Ancak bugün,bu öfkenin hiçbir haklı tarafı olmadığını,azgınlıktan başka birşey olmadığını çok iyi anlayabiliyorum.Sigaranın zevk verdiğinden tutun da,sinirleri yatıştırdığına kadar tiryakilerin sığınmaya çalıştığı her şeyin içi boş efsanelerden başka birşey olmadığını anlıyorum.
  Neyse uzatmayalım,tiryaki dostlarımız alınacaklar.Gerçi onların çoğu blog falan okumaz ama..Sigara yasağı konusunda biz içmeyenler,yasağı gevşetmeye çalışanlara karşı kararlı olalım falan diyemiyorum ne yazık ki.Çünkü çok sevdiğim birçok insan,sigara yasağı sözkonusu olunca ,dostluğu bitirmeye hazırdırlar.Onlar sigarayı daha çok severler ve kolayca ona değişebilirler (beni)..
    Birgün dünya yüzünde bu sigara denilen saçmalık bitecek.Bugün o marlboro gibi dev sigara şirketlerinin yedikleri 100 milyarlarca dolar cezalara rağmen nasıl olup da ayakta kalabildiklerini anlayamasam da,bir gün sigaranın yeryüzünden silineceğine eminim.

2 Ağustos 2009 Pazar

KILIÇBALIĞININ ÖYKÜSÜ

Dev_Kilic_Baligi  

YAZAN :Halim Şefik Güzelson
OKUYAN:Hakan İpek


bu bir kılıç balığının öyküsüdür
yazılmasa da olurdu
ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
uskumrunun arkasından gidiyorduk
sürünün içinde ben de vardım
sırtımda bir zıpkın yarası
mutlu olmasına mutluydum
nedense gitmiyordu kulağımdan; bir türlü
ağ var! sesleri
deniz kızı girmiş düşüme ben iflah olmam
dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
dolanınca ağa çok geçmeden küserim
bir çocuk bile çeker sandala beni bu kadar ağır olmasam
beni böyle koşturan yaşama sevinci
kanal boyunca bir oyana bir bu yana
siz yokmusunuz siz; derya kuzuları
kestim kılıcımla karanlığımı dibin
yakamoz içinde bıraktım suları
Ah! aysız gecelerde olur ne olursa
sırtımda bir zıpkın yarası
atın beni mor kuşaklı bir takaya götürün
iri gözlerimde keder; kılıcımda hüzün
satın beni satın beni
rakı için!

NAZIM HİKMETTEN AŞK ŞİİRLERİ

 

Nazım hikmetin karısı münevver için yazdığı rubailerden bir video klibi yaptım.Ustamızın aşk şiirleri de pek güzel. nazim_hikmet