5 Ağustos 2010 Perşembe

ŞU SIRALAR ÇOK YAKINIMA GELMİŞ OLAN SEFİL DÜNYAYA DAİR...


Şu sıralar dünya ile burun buruna gelmiş gibi hissediyorum kendimi...Şu sıralar dünya, nefesinin kötü kokusunu alacak kadar,delice bakışlarından tedirgin olacak kadar yakınımda.


Hani o gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan haberler var ya.Onlara benzeyen bir tanesi gözlerimin hemen önünde cereyan ediyor.Arkadaşım dediğim kişiler arasında.Bu hikayeyi anlatmaya niyetim yok.Bu tanık olduğum hikayede,üçüncü sayfa haberlerinde olduğu gibi kanlar akmadı,ölüm gibi,yaralama gibi hadiseler vuku bulmadı.Bu olayı yaşayan insanlara dışarıdan baksak,normal dışı bir şeyler yaşanmakta olduğunu anlamak olanaksız.Ama bir trajedi var onların yaşantısında.insan gerçek bir trajedinin bu kadar yakınında olunca,ister istemez sıçrayan alev parçalarından nasibini alıyor.

Bu olaylar bazen uykumu kaçırıyor.Olup biten bu şeyler...Bu kalleşlik,bu hıyanet,bu riyakarlık...Bir insanın hayatını alt üst edecek şeyler yaparken bu rahatlık, bana inanılmaz geliyor.Değersiz şeyler için çıkarılmış bu yangın,bu kundakçılık;bir zalim kader tanrısının oyunu gibi görünüyor bana.Haklı haksız kim diye sormadan ezip geçmeyi kafasına koymuş bir kader tanrısının.Şimdi ima ettiğim olaydaki mağduru ezip geçecek.Sonra zalime yaptıklarının bedelini ödetecek.Bunca yangının külleri arasında kurtarılabilenler ile geriye ne kaldı ise onu devam edilecek.Bir parça akıl,bir parça deneyim,pişmanlık ve hesap kitaba verilen aşırı önem,başkalarının yaratabileceği tehlikelere karşı aşırı sakınganlık,güvensizlik...Yoğurt hep üfleyerek yenecek,dışarıdan gelecek tehlikelere karşı zırhlar kuşanılarak yaşanacak,buna ne kadar yaşamak denilirse...

Bu yangın saçma sapan nedenlerle çıkmadı, ama,yorgan yakıldı pire uğruna.Sonra o yangın konağı ve en sonunda mahalleyi sardı...Olayı anlatsa idim yine de bir şeye benzemeyecekti.Komediye benzese de orada bir aile trajedisi yaşanıyordu.Bu nedenle dilim üşengeçlik ediyor..O nedenle bu olayı isimleri zmana ve mekanı değiştirerek kurmaca bir hikaye gibi bile anlatmayacağım.Konuşma dilinin inceliklerini bilmediği halde haksızlığa isyan eden ve fena ruhlardan nefret eden bir insan gibi söylemeliyim belki de:"Alem göt olmuş!"

Bütün bu korkunç yangını çıkaran,ahmaklık.Her şeye hakkı olduğunu,kendi ahmakça istekleri uğruna ezip geçemeyeceği hiç bir şey olmayan bir ahmaklığın marifeti idi.Anlıyorum ki dünyamız üzerindeki en büyük tehdit,ahmaklıktan geliyor.Bir hamle sonrasını bile düşünmekten aciz ahmaklığa karşı elimizde "akıllı olmak" gibi bir silah var zannediyoruz.Fakat ahmaklık,ardında cezalandırmayı kolaylaştıracak her türlü ipucunu bıraksa da,vereceği zararı vermiş ve yeterince can yakmış oluyor.Hayır ahmaklığa karşı savunmak zor kültürümüzü,uygarlık değerlerimizi...

Dünya bu kadar yakınıma gelme,senden nefret ediyorum.Ben dünyaya sırtımı dönmek,bunca ahmaklıkla bu denli vicdansızlıklar yapılabileceği gerçeğini yadsımak ve hayallerle,fantezilerle yaptığım sırça köşküme dönmek istiyorum.Dünya seni daha fazla dinlemek istemiyorum!...

Onu da yaşayayım,bunu da yapayım,şundan da geri kalmayayım diye sürekli vesvese içinde yaşayanların düştükleri durumlara bakıyorum da..Değmez ulan değmez,üç kuruşluk dünya bunca bok banyosuna!...

3 Ağustos 2010 Salı

SAAT TAM 12'Yİ VURDUĞUNDA HAYATIMIZI SOYUP SOĞANA ÇEVİREN O HIRSIZA KARŞI




Saat tam 12'yi geçiyor işte.Bir şey daha çalıp götürdü bir hırsız gibi hayat farkettiniz mi hepimizden.Ayak seslerini duyamadık,uzandığını
sezemedik,fakat alıp götürdü bir şeyi,sızısı zangırdayıp duruyor
boşlukta,işittiniz mi?


Yaşımız ilerledikçe nasıl da kısalıyor günler,hangi mevsimde olursak olalım,nasıl da uzuyor geceler!..Her gün bu amansız hırsızlığa verdiklerimizin değeri artıyor,ne koyarsak koyalım ağır çekelim diye,yine de fire veriyoruz.Mazi olan mutlulukların,biten dostlukların,suyun üstüne yazılmış gibi dağılıp şekilsizleşmiş anıların yerini hiçbir şey
alamıyor.Büyük yangınların acımasızca yıktığı bir şehirdeki gibi
renkler matlaşıyor,sesler silikleşiyor,duygular sönüyor ve yüreğimiz,
böğründen hançer yemiş gibi yığılıp yığılıp kalıyor...

Bir gün daha çaldı en sinsi,en acımasız haliyle hayat.Acaba ne yitirdim diye sızlayan yüreğimi yoklayıp duruyorum.Biliyorum bir hayalet gibi
fırlayıverecek önüme o verdiğim fireler..Fakat,böyle yaşanmaz ki,bu
melankoli ile..Bunları iyisi mi geçelim!


Biz de çalalım birşey:"dünyaya geldik bir kere.." diye sürüp giden o şarkı var ya.Onu mesela.Fişek gibi sürüp dilimize,mırıldanalım
Bir şey çalalım,hırsızın çalmayı unuttuklarını mesela.Biraz daha adam olduğumuzu mesela,şairin dediği gibi.Yumuşadığını yüreğimizin,daha iyi anlamaya başladığımızı karşımızdakini.Daha çok tarttığımızı kelimelerimizi,can yakmasın diye.Geri çekilmeyi,sahneyi terketmeyi,yenilmeyi ve terkedilmeyi daha iyi öğrendiğimizi.Bir hızar makinasına sürülmüş gibi paramparça ettiğimizi kimi zaman kendimizi, bir sefil anlaşılma uğruna.Aşk dilenmekten,yalvarıp köle olmaktan daha aZ utanır hale geldiğimizi.Bir uşak gibi kimi zaman elpençe durduğumuzu yaşamayı hak eden şeylerin önünde.Daha az özendiğimizi pot kırmamaya,daha az ibadet ettiğimizi putlaştırdıklarımıza.

Çalalım o gözyaşlarımızı pörsüten şarkıların dediği gibi,çalalım felekte bir
şeyler!..İftihar edelim hor gördüklerimizle oturduğumuzu rakı
sofrasına,ucuz şarkılardan daha keyif aldığımızla,ana avrat
sövmelerimize daha çok kendimizi verdiğimizle,akla karayı daha iyi
ayırdığımızla..Vuralım kendimizi en ucuz şaraba,kuru leblebiye,içelim!...

1 Ağustos 2010 Pazar

Bir Genç Adamın Dünyaya Meydan Okuması


O sabah uyandığında zıpkın gibi hissediyordu genç adam kendini.Gençti,enerjikti,güçlüydü...Hazırdı dünyaya meydan okumaya...

Uyumadan önce yeni bir insan olmaya karar vermiş,hayatı boyunca bağlı kalacağı ilkelerini kesin olarak belirlemiş,İlkelerinden ödün vermemeye yemin etmişti.Kimseye boyun bükmeden yaşayacak,o andaki somut çıkarlarını düşünmeksizin doğru neyi gerektiriyorsa onu yapacaktı.

En önemlisi, söyleyeceği çok önemli şeylerin olmasıydı.Genç adam her şeye en yüksekten,en geniş açıdan bakmasını,hem kendisi hem de içinde bulunduğu topluluk için,dünya için gerekli olanları çok iyi biliyordu.

Ancak evine döndüğünde geçirdiği feci bir kaza sonrasında yükünü telef etmiş bir kamyon kadar perişan bir haldeydi.İçinden birkaç sövüp saymak geldi,ama bunun bir yararı olmayacağına kanaat getirip yorgun gözlerini kapattı,uyudu...

Genç Adam,herkesin yeni fikirler,yeni bir dünya,yeni bir hayat enerjisi beklediğini sandığı bir dünyaya meydan okumaya kalkmıştı.Oysa dünya,görünmez engeller yığıyordu önüne ne yapsa,nereye gitse...

Kimsenin onu adam yerine koymaya niyeti yoktu.Söylediklerini duymazdan geliyorlar,tartışma önerilerini buz gibi soğuk bakışlarla geri çeviriyorlardı.Bir araya gelip fısıldaşıp kıkırdaşıyorlar,hep beraber onu "dışlama oyununu" sahneye koyuyorlardı.Genç adam kendini önce gülünç hissetti,sonra sönmüş bir balon gibi utanç içinde...Israr etti konuşup tartışmak için;ama her nedense genç adamın ne söyletip söylemediğiyle değil,onun sosyal mevkiiyle,eğitim durumuyla,çok parası olup olmadığı ile ilgileniyorlardı."Kendine gel..Sen kimsin?Paran kadar,eğitim durumun,sosyal mevkiin kadar konuş ya da kapa çeneni"diyorlardı açıkça sylemeseler de...

Üstelik sevip saydığı insanları bile kaybetmek üzere olduğunu anladı gerçek fikirlerine göre yaşamak istediğinden.Birbiri ile gırtlak gırtlağa gelmiş olanlar bile ona karşı ittifaka girişiyor,herkesin üstüne birşey düşüyormuş gibi,ne gerekiyorsa yapıyorlardı.

Genç adamın meydan okumaya kalktığı dünya,herkesi yanına çekip meydan okumuştu ona...Dünya sanki o sefil halinden memnun gibiydi.Onca ahlayıp vahlayan görünümüne rağmen,değişmeye ihtiyacı yokmuş gibi kendinden memnuniyet oyunu oynayıp duruyordu.

Ertesi gün, bir zıpkın değil,bir hücre mahkumu gibi uyandı yatağından kalktı oflayıp puflayarak genç adam.Bir süre sonra kendine geldi ve ne pahasına olursa olsun savaşmaya karar verdi.Kendine meydan okuyan dünya ile hesaplaşacaktı.Dünyanın önüne çektiği o görünmez tuzaklara düşmemeyi öğrenecek,o "dışlama oyununu" bozmanın bir yolunu bulacaktı.

Dünyanın kahpeliklerine,alçakça tuzaklarına karşı sabırlı olmaya karar verdi.Başka da seçeneği yoktu zaten...Ya dünyayı değiştirme savaşının yılmaz bir militanı olacak;ya da kişiliğine,onuruna,insanı insan yapan bütün hasletlerine elveda diyecekti.

MUTLULUĞUN TİCARETİ


Mutluluk ticaretini hiç sevmiyorum.Nelerin insana mutluluk getireceğine ilişkin formüllerden,reçetelerden klavuz ve yönergelerden hiç hoşlanmıyorum."İyi misin" sorusuna itarazım yok;ama "mutlu musun?" diye sorulmasından nefret ediyorum.Ne bana,ne başkasına...

Saldırgan biri değilim;ama mutluluk oyunu oynayıp duranları boğasım gelir.Mutluluk sandıkları o şeyi bangır bangır ilan eden o tellalları..Dünyanın en uyumlu ikilisi pozlarına bürünen evli/bekar çiftleri,gülecek birşey olmadığı halde ehlikeyf olduğunu ilan etmek adına sırıtıp duranları,ciyak ciyak heyecan ve zevk gösterisi yapanları,hayattan en iyi nasıl tat alınacağını ballandırıp şekerlendirerek anlatmaya doyamayanları...Boğasım gelir!

Hayır ne dertkoliğim,ne başkasının mutluluğuna tahammülsüzüm,ne de mutluluk karşılaşmayı ummadığım birşey...

Ama bunun ticaretinden,tellalığından,şovundan nefret ediyorum.Para için de olsa,sırf iyilik için de yapılsa mutluluk ticaretinden...

Herşey gibi mutluluk da kısıtlı bir şekilde sunulmuştur insanlık dünyasına..Rezervleri kısıtlı bir madendir .Birinin fazla mutluluğu bir başkasının acısına denk düşer inanın bana...

Birileri sizin rahat ve keyfiniz için fedakarlık etmedikçe mutlu olunamaz,şayet mutluluk insana dışarıdan geliyorsa.Mutluluk sürekli kılınamaz bencilce başkasının payına düşeni de istemedikçe.At gibi koşmadıkça köle ve uşakları,mutluluk arabası kendiliğinden bir santim yol almaz.Üstelik başkasının payına düşen mutluluğu çalmak bile yetmez;başkalarını soyup soğana çeviren en yavuz hırsız bile kendinden bir şeyler çalar mutluluk uğruna...Bencillikle,yalnız kendi keyfini düşünmekle çoğalıp büyür mutluluk zengininin serveti...

Mutluluğun dışarıdan değil,sonsuz ve tükenmez bir kaynak gibi insanın kendi kendinden çıktığı teranelerine de kulak asmayın.Huzur ve mutluluğa ulaşma dervişliği önerenlere.O mistikçilere,meditasyonculara,uzak doğu felsefecilerine de inanmayın.

Nasıl mutlu olur bir insan bencil bir hayat sürmeden,duyarsızlaşmadan,körleşmeden televizyon ve gazete gibi araçlarla en ücre yerlerdeki en büyük ızdıraplardan haber veren böyle bir dünyada?"bencilliğinden arın,terk et tutkularını, mutluluğu yakala" diyorlar ama,bencillik değil midir bunca gözyaşına gömülmüş bir kederli dünyaya dönmek sırtını?Acının sesi işitilmesin diye tıkamak kulakları...

Mutluluk,karşılaşmayı umduğum birşeydir;peşinden koştuğum,kendimi adadığım birşey değil asla.Bilirim ki,onunla karşılaşma şansına eriştiğimde de kalmayacak hep benimle.Çünkü mutluluğu acı ve hicranın uğultusu bir mıknatıs gibi kendine çeker.Kalmaz hep,yatışmış,deva ve huzuruna kavuşmış ruhların yanında.

Şansımız varsa karşılaşırız mutlulukla.Ama ele geçiremeyiz onu,boyunduruk vuramayız ona,hücreye kapatamayız.Yalan söylüyorlar,ona sahip olamayız!

hayvan hakları