18 Kasım 2024 Pazartesi

Trump, Korumacılık ve Göçmenler Üzerinden Bir Analiz

 


Kapitalizm, tarih boyunca krizlerle yoğrulmuş ve bu krizleri aşarken insani bir kimliğin temsilcisi olduğu iddiasını taşıyan maskeler takmayı başarmış bir sistemdir. Ancak bu maskelerin ardında, sermayenin sömürü mekanizması, insan emeğini ve toplumsal dayanışmayı zayıflatma eğilimini sürdürmüştür. Karl Marx’ın da dediği gibi, “Sermaye, kan ve pislikle kaplı her gözenekten damlayarak doğar ve gelişir” (Marx, Das Kapital). İşte bu sömürü düzeni, tarihsel olarak sosyalizmin baskısıyla törpülenmiş, ama bugün yeniden tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkacak şekilde cilasının aşınıp sıvalarının döküldüğü yeni bir evreye girmiştir.

Sosyal ve Demokratik İyileştirmeler: Sosyalizmle Gelen Bir Armağan

Kapitalist ulus devletlerin 20. yüzyılın ortalarında gerçekleştirdiği sosyal ve demokratik iyileştirmeler, kendi iç dinamiklerinden daha çok, sosyalizme karşı yürütülen ideolojik ve ekonomik bir mücadeleden kaynaklanıyordu. Eric Hobsbawm’ın dediği gibi, “20. yüzyıldaki en önemli gelişme, sosyalist sistemin kapitalizmi bir düzen vermeye zorlamasıydı” (The Age of Extremes). Kapitalizm, işçi sınıfının haklarını tanımaya yalnızca sosyalizmin cazibesine karşı koymak için razı olmuştur demek biraz kestirmeci bir bakış açısı gibi görünse de son tahlilde bu izleğe aşina olmak, günümüzdeki çok sayıda dinamiği anlamak bakımından faydalı bir yaklaşımdır.

Sosyalizmin Rekabeti ve Refah Devleti

Sosyalizmin cazibesini kırmak için kapitalist devletler, işçi sınıfına belirli haklar ve sosyal güvenceler tanımak zorunda kaldılar. Özellikle Batı Avrupa’da ve ABD’de bu süreç dikkat çekiciydi:

Refah Devleti Uygulamaları: Avrupa’da sosyalist blokun etkisiyle ücretsiz sağlık hizmetleri, geniş sosyal güvenlik sistemleri ve sendikal hakların güçlendirilmesi gibi reformlar hayata geçirildi. Bu reformlar, sosyalizmin cazibesine karşı işçi sınıfını kapitalizme bağlı tutma çabasının bir parçasıydı.Ancak bunu toplumsal hak mücadelelerinden kopuk, başlı başına ayrı bir süreç olarak değerlendirmek de diyalektik yönteme uygun bir yaklaşım sayılmaz. Yine de artan refahın beklenenden fazla kamuya aktarılmasını yalnızca hak mücadelelerine bağlamak, kapitalizmin reformist hareketler yoluyla tümüyle ihya edilmesinin mümkün olduğu gibi bir yanılgıya sürükleyebilir bizleri. 

ABD’nin New Deal Politikaları: Franklin D. Roosevelt’in New Deal politikaları, Büyük Buhran’ın etkilerini hafifletmek için geliştirilmiş olsa da, aynı zamanda sosyalist ideolojinin yükselişine karşı bir dengeleme unsuru olarak görüldü.

Bu süreçte ortaya çıkan sosyal kazanımlar, işçi sınıfını kapitalizme daha fazla entegre etmek için kullanılan araçlardı. Ancak Antonio Gramsci’nin ifadesiyle, “Eski dünya ölüyor ve yenisi doğamıyor. Bu ara dönemde canavarlar ortaya çıkar.” Sosyalizmin gerilemesiyle bu iyileştirmeler de kalıcılığını yitirmeye başladı.

2. Reel Sosyalizmin Çöküşü ve Sosyal Kazanımların Erozyonu

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, kapitalizmin ideolojik zaferi olarak kutlandı. Ancak bu zafer, yalnızca sosyalizmin değil, aynı zamanda kapitalizmin kendini sınırlandırma zorunluluğunun da ortadan kalktığı bir dönemin başlangıcı oldu.

Küreselleşmenin Etkisi

Küreselleşme, sermaye sınıfına sınırsız bir hareket serbestisi kazandırdı. Ancak bu süreç, işçi sınıfını daha kırılgan bir konuma taşıdı. David Harvey bu durumu şöyle özetliyor: “Küreselleşme, sermaye sınıfına eşi görülmemiş bir hareketlilik sağladı, ancak bu, emeği daha kırılgan hale getirdi” (The Condition of Postmodernity). Sermayenin sınır tanımaz doğası, ulus devletlerin sosyal politikalarını sürdürülemez hale getirdi.

Rekabet Tehdidi:Sermaye, daha düşük maliyetlerle üretim yapabileceği bölgelere yönelirken, ulus devletler sosyal hakları “yük” olarak görmeye başladı.

Hak Taleplerinin Zayıflaması: İşçi sınıfı, küresel sermaye karşısında örgütlenme ve mücadele kapasitesini kaybetti. Hannah Arendt’in ifadesiyle, “Statüsüz insanlar, hakların ötesine itilmiştir. Onların varlığı, yalnızca bir araç olarak kabul edilir” (The Origins of Totalitarianism).

Bu süreçte sosyal kazanımlar, küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendi ve erozyona uğradı.

3. Donald Trump ve Korumacılık: Maskelenmiş Çıkarlar

Donald Trump’ın başkanlık dönemi, kapitalizmin krizlerini “korumacılık” adı altında maskeleme çabası olarak görülebilir. Nancy Fraser’ın dediği gibi, “Trumpizm, kapitalizmin çelişkilerini çözmek yerine onları daha da derinleştiren bir fenomen” olarak ortaya çıktı.

Ticaret Savaşları ve Sermaye Çıkarları

Trump’ın Çin’e yönelik sert politikaları, Amerikan işçi sınıfını koruma iddiasını taşısa da, gerçekte sermaye sınıfını korumaya yönelikti:

Yüksek Tarifeler: Trump’ın uyguladığı tarifeler, Amerikan üreticilerini koruma amacı taşıyordu. Ancak bu politikalar, tüketicilere daha yüksek fiyatlar olarak yansıdı ve işçi sınıfına belirgin bir fayda sağlamadı.

Üretimin Geri Dönüşü Söylemi: Trump, Amerikan üretimini yeniden canlandırma vaadinde bulundu, ancak küresel tedarik zincirlerinin esnek yapısı bu hedefin gerçekleşmesini zorlaştırdı.

Bu politikalar, yalnızca sermayenin çıkarlarını muhafaza etmeyi başardı. Popülist söylemler, işçi sınıfının öfkesini başka yönlere yönlendirmek için kullanıldı.

4. Göçmen Karşıtlığı: Korkuyla Yönetmek

Trump’ın göçmen karşıtı politikaları, popülist retorikle bezeli olsa da, bu politikaların temelinde göçmen emeğinin sömürüsünü artırma amacı yatıyordu. Göçmenler, Amerikan kapitalizminin ihtiyaç duyduğu düşük maliyetli işgücünü sağlıyor, ancak statüsüzlükleri nedeniyle her türlü sosyal haktan mahrum bırakılıyordu.

Göçmenlerin Statüsüzlüğü ve Sömürüsü

Göçmenler üzerindeki baskı, sınırdışı edilme korkusu ve hak taleplerinden uzak tutulma stratejisiyle daha da derinleşti. Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle, “Göçmenler, küresel kapitalizmin insani atıklarıdır. Onlar olmadan sistem sürdürülemez” (Globalization: The Human Consequences).

5. Kapitalizmin Çelişkilerinden Otoriter Liderliğe

Kapitalizmin krizleri, toplumsal huzursuzlukları beraberinde getirirken, bu huzursuzluklar demokratik mekanizmalar yerine otoriter liderlere yöneldi. Slavoj Žižek’in dediği gibi, “Kapitalizmin krizleri, popülist otoriteryanizmin yükselişiyle gizlenir, ancak bu yalnızca daha büyük bir çöküşün habercisidir.”

Milliyetçilik ve Popülist Söylemler

Otoriter liderler, kapitalizmin krizlerini çözmek yerine bu krizlerin üzerini popülist ve milliyetçi retorikle örtmeyi tercih etti.

Kapitalizmin krizleri derinleştikçe, bu krizlerin yükünü toplumsal eşitsizlikler üzerinden taşıyan geniş kitlelerin öfkesi, demokratik mücadele zeminlerinde anlam bulmak yerine, popülist ve otoriter liderlere yöneliyor. Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yenisi doğamıyor. Bu ara dönemde canavarlar ortaya çıkar,” sözleri, bu geçiş döneminin ruhunu yakalıyor. Otoriter liderler, kapitalizmin krizlerini çözmek yerine bu krizleri toplumsal baskılarla bastırmayı ve yeni hedeflere yönlendirmeyi tercih ediyor.

Milliyetçilik ve Dikkat Dağıtma Stratejileri

Otoriter liderlerin en etkili silahlarından biri, milliyetçi ve popülist söylemlerle toplumun dikkatini kapitalizmin çelişkilerinden başka yönlere çevirmek. Trump’ın başkanlığı sırasında göçmen karşıtı politikalar ve “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” sloganı, bu dikkati dağıtma stratejilerinin birer parçasıydı.

Göçmenler Üzerinden Yaratılan Düşmanlık: Trump, göçmenleri Amerikan işçi sınıfının sorunlarının kaynağı olarak tanımlayarak, sınıfsal dayanışmayı bölmeyi başardı. Ancak bu düşmanlık, yalnızca sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet etti.

Milliyetçi Söylemlerin Gücü: Milliyetçilik, ekonomik krizlerin yarattığı huzursuzluğu, ulusal bir gurur söylemiyle gölgeledi. Sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden politikalar, bu milliyetçi retorikle kamufle edildi.

Slavoj Žižek’in dediği gibi, “Kapitalizmin krizleri, popülist otoriteryanizmin yükselişiyle gizlenir, ancak bu yalnızca daha büyük bir çöküşün habercisidir.” Trump ve benzeri liderler, kapitalizmin krizlerini çözmekten ziyade, bu krizleri yönetilebilir hale getirmeye odaklandı.

Sosyal Medya ve Toplumsal Algı Yönetimi

21. yüzyılın otoriter liderleri, sosyal medya gibi araçları kullanarak toplumun algısını şekillendirme konusunda daha etkili hale geldi. Trump’ın Twitter üzerinden sürekli olarak toplumun farklı kesimlerini hedef alması, bu algı yönetiminin en dikkat çekici örneklerinden biridir. Bu tür stratejiler, toplumsal kutuplaşmayı artırarak kapitalizmin çelişkilerini gölgede bırakmayı hedefledi.

6. Kapitalizmin Maskelediği Gerçekler

Kapitalizm, tarih boyunca krizlerini “yeniden düzenlenme” adı altında maskeleme yeteneğiyle ayakta kalmayı başardı. Ancak bugünün dünyasında, bu maskelerin ardındaki gerçekler her zamankinden daha görünür hale gelmiş durumda. Kapitalizmin “özgürlük” ve “refah” vaadi, giderek daha az inandırıcı bir retorik olarak algılanıyor.

Demokrasinin İflası

Kapitalist sistem, demokrasiyi yalnızca sermaye sınıfının çıkarlarını koruyacak bir araç olarak şekillendirdi. İdeolojik açıdan rakipsiz olduğu iddia edilen bu sistem, kendi sınırları içinde tıkanma noktasına ulaştı:

Sermaye ve Demokrasi Çelişkisi: Küreselleşme ile birlikte sermayenin ulus devletler üzerindeki hâkimiyeti arttı. Ulus devletler, demokratik talepleri değil, sermayenin çıkarlarını önceliklendirdi.

Toplumsal Öfkenin Yönsüzlüğü: Sosyalizmin alternatifi olmadığı bir dünyada, toplumsal öfke, sistem karşıtı bir bilinç geliştirmek yerine milliyetçilik ve popülizm eksenine sıkıştı.

Ulrich Beck’in ifade ettiği gibi, “Küreselleşme, yalnızca sermayeyi değil, aynı zamanda belirsizliği de dünya çapında hareketli hale getirdi” (Risk Society). Bu belirsizlik, kapitalizmin sürdürülebilirliğini tehdit eden bir unsur haline geldi.

7. Kapitalizm ve Geleceğe Dair Sorular

Kapitalizmin bugün geldiği noktada, sürdürülebilir bir gelecek için köklü bir dönüşüm ihtiyacı olduğu açıktır. Ancak bu dönüşüm, sistemin sınırları içinde mümkün görünmemektedir. Kapitalizmin krizlerini çözmeye yönelik reform girişimleri, genellikle sistemi ayakta tutmaya yönelik geçici pansumanlar olmaktan öteye geçemiyor.

Yeni Bir Ekonomik ve Toplumsal Düzene İhtiyaç

Sosyalizmin yokluğunda, kapitalizm kendi çelişkilerini yönetemez hale geldi. Sistemin sürdürülebilirliği için aşağıdaki sorulara yanıt aranması gerekiyor:

Sermaye Üzerindeki Denetim: Küreselleşmenin yarattığı eşitsizlikler nasıl dengelenebilir? Sermayenin sınırsız hareketliliği nasıl kontrol altına alınabilir?

Sosyal Hakların Yeniden İnşası: İşçi sınıfının eriyen hakları nasıl yeniden kazanılabilir? Refah devletinin modern bir versiyonu inşa edilebilir mi?

Immanuel Wallerstein’in işaret ettiği gibi, “Kapitalizmin nihai sınırı, çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliktir” (The Modern World-System). Ancak bu sınırları aşmak, mevcut sistemin ötesinde yeni bir ideolojik ve ekonomik modeli gerektiriyor.

Sonuç: Kapitalizmin Kendi Çıkmazı

Kapitalizm, tarih boyunca krizlerden beslenmiş ve her krizi bir fırsata dönüştürerek kendini yeniden üretmiştir. Ancak bugün, sistemin bu döngüyü sürdürebilme kapasitesi sorgulanmaktadır. Karl Marx’ın ifadesiyle, “Kapitalizmin en büyük çelişkisi, kendi mezar kazıcılarını yaratmasıdır.” Sermayenin sınırsız hareketliliği, sosyal hakların ve demokratik kazanımların köklerini kurutmuş, toplumları daha kırılgan ve bölünmüş bir hale getirmiştir.

Donald Trump’ın korumacılık ve göçmen karşıtı politikaları, bu kırılganlığın ve çelişkilerin bir yansıması olarak görülmelidir. Ancak bu politikalar, kapitalizmin krizlerini çözmek yerine yalnızca ertelemeye yönelik araçlar sunmuştur. Bugünün dünyasında, kapitalizmin çelişkilerini aşmak ve gerçek bir sürdürülebilirlik sağlamak için yalnızca sistemin ötesinde bir dönüşüm umut vaat etmektedir.

17 Kasım 2024 Pazar

Mafya: Parlak Ciladan Karanlık Gerçeklere

 


     Popüler kültürde mafya, sinema perdesinde veya roman sayfalarında sıkça karşımıza çıkan bir tema olmuştur. İzleyici ya da okur, şık takım elbiseli, karizmatik liderlerin zekâ dolu hamlelerini izlerken bir yandan da "aile" kavramı üzerinden işlenen sadakat ve bağlılık hikâyelerine hayranlık duyar. Ancak bu cazibeli dış görünüş, tıpkı iyi cilalanmış bir yüzey gibi, altındaki karmaşık ve çoğu zaman ürkütücü gerçekleri gizler. Mafya, yalnızca yasa dışı bir örgütlenme değil, aynı zamanda kapitalist dünyanın karanlık bir yankısıdır. Bu yazıda mafyanın romantize edilmiş yüzü, onun altındaki karanlık gerçekler, halkın bu romantizmin sürdürülmesine katkısı ve kapitalizmle olan akrabalığı ele alınacaktır. Bununla birlikte, kurgusal mafya temsilleri ile gerçek hayatın yıkıcı yüzü arasındaki çelişkilere Pablo Escobar örneği üzerinden bakacağız. 

Romantik Cila: Güç, Sadakat ve Aile

       Mafya temalı hikâyelerde, suç örgütleri genellikle yalnızca şiddet veya yasa dışı ticaretle anılmaz. Bunun yerine, bu örgütler bir çeşit "kod" veya "onur yasası" ile hareket eden topluluklar olarak sunulur. Özellikle İtalyan mafyasının aile kavramını merkeze alması, bu örgütlerin geleneksel toplum değerleriyle bağdaştırılmasına yol açmıştır. Baba figürü, yalnızca bir lider değil, aynı zamanda koruyucu ve öğretici bir rol üstlenir.

       Bu anlatı, The Godfather gibi eserlerde zirveye ulaşır. Vito Corleone, yalnızca bir mafya lideri değil, aynı zamanda adalet arayışındaki çaresiz insanların sığınabileceği bir baba figürüdür. Onun hikâyesi, bir suç örgütü liderinin insanileştirilmiş ve cazip bir portresini çizer. Ancak bu hikâyenin büyüleyici cilası, gerçek hayatta bu tür bir düzenin ne kadar kanlı ve yıkıcı olduğunu gölgeler. Burada Pablo Escobar devreye girer; bir turnusol kağıdı gibi bu romantik anlatının ardındaki çürümeyi gözler önüne serer.

        Escobar’ın “sadakati,” tehdit ve korkuyla sağlanan bir bağdır. Onun "ailesi," çıkar çatışmalarında rahatça feda edilebilecek iş ortaklarından ibarettir. Medellín Karteli’nin lideri olarak, sadakatsizliğe tahammülü yoktu. En ufak bir şüphede dostlarını dahi öldürmekten çekinmedi. Bu, kurgusal mafya ailelerinin dokunduğu o "insanlık" kavramının gerçek hayatta ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır.

Altındaki Gerçek: Şiddet, Yıkım ve Ahlaki Çöküş

        Mafyanın gerçek yüzü, sinema perdesinin ötesine geçtiğinde bambaşka bir manzara ortaya çıkar. Romantikize edilmiş o "sadakat" kavramı, aslında çıkar odaklı bir düzenin cilalanmış yüzüdür. Aile bağları ve onur kodları, bireyin örgütten ayrılmasını imkânsız hale getirir. Sadakatsizlik, genellikle ölümle sonuçlanır. Mafyanın "adalet" anlayışı ise toplumun temel değerlerine dayanmaktan uzaktır; bu adalet, yalnızca güçlünün çıkarlarını koruyan bir düzenin maskesidir.

       The Godfather gibi eserlerde şiddet, bir tür stratejik araç olarak gösterilir. Karizmatik liderler, düşmanlarını ortadan kaldırırken bile bir tür zarafet sergiler. Ancak Pablo Escobar’ın hikâyesi, bu estetik perdeyi bir kenara iterek şiddetin ham ve yıkıcı doğasını gözler önüne serer. Escobar, Kolombiya’da toplu katliamlara neden olan bombalı saldırılar düzenledi, gazetecileri, politikacıları, sivilleri ve hatta çocukları öldürmekten çekinmedi. Onun kaosu, kurgusal mafyanın kontrollü ve sözde ahlaklı şiddet anlayışıyla tamamen çelişir.

        Escobar’ın şiddeti, The Godfather’ın "gerekli ve haklı" görülen cinayetlerini karanlık bir perspektifle sorgulamamızı sağlar. Pablo Escobar’ın Medellín’i kana bulayan “plata o plomo” (Para ya da kurşun) politikası, mafyanın romantik cilasının ardındaki soğuk gerçekliği ortaya koyar: Şiddet, yalnızca kontrol değil, aynı zamanda korku ve kaos yaratmak için kullanılır.

Kapitalizmin Gölgelerinde Mafya

      Mafya, kapitalizmin yetersiz kaldığı alanlarda kök salan bir yapıdır. Yoksulluk, eşitsizlik ve ekonomik dışlanma, mafyanın doğduğu zeminlerdir. Kapitalizmin ulaşamadığı veya görmezden geldiği ihtiyaçlar, mafya tarafından doldurulur. Tıpkı 1920’lerde ABD’deki alkol yasağı sırasında mafyanın yasa dışı alkol ticaretiyle halkın talebini karşılaması gibi, Escobar da uyuşturucu pazarını kontrol ederek benzer bir rol üstlenmiştir.

       Ancak Escobar, kapitalist mantığın en uç noktasını temsil eder: Kâr hırsı uğruna hiçbir etik sınır tanımamak. Milyarlarca dolar kazanan Escobar, bir yandan Kolombiya’da okullar ve evler inşa ederken, diğer yandan ülkesini kaosa sürüklemiştir. Onun hikâyesi, kapitalizmin idealize edilmiş girişimci figürünün arkasındaki acımasızlıkla paralellik taşır.

       Mafya ve kapitalizm arasındaki bu paralellik, her iki sistemin de kaynakları kontrol etme, bireyleri sömürme ve güçlü olanın hayatta kaldığı bir düzen yaratma üzerine kurulu olduğunu gösterir. Kapitalizm, kâr ve rekabetle düzeni şekillendirirken, mafya bu mantığı yasa dışı yollarda daha acımasız bir şekilde sürdürür. Escobar’ın Kolombiya’yı korku ve kaosa sürükleyen uygulamaları, kapitalist sistemin kontrolsüzleştiğinde ne kadar yıkıcı olabileceğine dair bir ayna işlevi görür.

Halkın ve İzleyicinin Katkısı: Mitik Dünyayı İnşa Edenler

         Mafyanın romantik bir mit olarak sunulması, yalnızca sinema ya da edebiyat dünyasının bir tercihi değildir. Halk ve izleyici de bu dünyanın inşasına ve devamına bilinçsizce katkıda bulunur. İnsanlar, mafya anlatılarındaki güce, sadakate ve şiddetin çözüm getiren tarafına hayranlık duyar. Ancak bu hayranlık, mafyanın yıkıcı gerçekliğini gölgeler ve romantik mitin devamını sağlar.

The Godfather’daki şiddet, stratejik bir zarafetle sunularak izleyicinin empati kurmasını sağlar. Ancak bu şiddet, yalnızca hikâyenin dramatik ihtiyaçlarını karşılamak için estetize edilmiş bir illüzyondur. Gerçek hayatta ise mafya şiddeti, kaos ve korku getirir. Pablo Escobar örneği bu açıdan önemlidir. Escobar’ın karanlık ve vahşi yöntemleri, mafyanın mitik dünyasındaki estetik cilayı yok eder. Onun şiddeti, dramatik değil, acımasızdır.

Burada devreye kurnaz bir otosansür mekanizması girer: Mafya hikâyeleri, gerçekçi bir atmosfer yaratmasına rağmen, şiddeti romantize eder ve bunun toplumsal sonuçlarını perdelemek için kontrollü bir anlatı kullanır. İzleyici, mafyanın neden olduğu toplumsal yıkımı görmek istemez; bunun yerine, zekice hamleler ve sadakat hikâyeleriyle tatmin olmayı tercih eder. Bu tercihler, mafya anlatılarının romantik yapısının sürdürülmesine katkıda bulunur.

Cilanın Ardındaki İnsanlık Kaybı

Mafyanın romantize edilmesi, yalnızca gerçeklikten bir kaçış değil, aynı zamanda tehlikeli bir yanılsamadır. Karizmatik lider figürleri, aslında bireysel özgürlükleri hiçe sayan bir otoritenin temsilcisidir. Aileyi koruma iddiası, çoğu zaman bireylerin güvenliğini tehdit eden bir araçtır. Şiddet ve korku, mafya dünyasının değişmez gerçekleridir.

       Bu anlatı, kapitalizmin birey üzerindeki etkilerini de çağrıştırır. Kapitalizm, bireyi sürekli üretmeye, daha çok kazanmaya ve sistemin çarklarını döndürmeye zorlar. Her iki sistem de bireyi bir araç olarak görür ve toplumsal eşitsizlikleri derinleştirir. Mafyanın romantik cilası, tıpkı kapitalizmin "herkes için fırsat" vaadi gibi, altında yatan sömürü düzenini gizler. Pablo Escobar, bu gerçekliği çıplak bir şekilde ortaya koyarak, mafyanın gerçek yüzünü görmemiz için bir turnusol işlevi görür.



       Escobar’ın örneği, mafyanın ahlaki ve insani değerleri nasıl hiçe saydığını anlamak için çarpıcı bir referanstır. Kapitalizmin gölgesinde yükselen mafya figürleri, bireyleri yalnızca güç ve kâr için araçsallaştırır. Ancak Escobar, yalnızca bu düzeni temsil etmekle kalmaz; aynı zamanda onu şiddetin ve kaosun uç noktalarına taşır. Medellín Karteli’nin başında olduğu dönemde, toplumu terörize etmek ve korkuyla kontrol altına almak için her türlü vahşeti uygulamaktan çekinmemiştir. Bu, mafyanın romantik anlatılarda asla yer bulmayan karanlık yüzüdür.

Mafya, Kapitalizm ve Toplumsal Algı

        Mafyanın romantik cilası, yalnızca bireyler ve topluluklar üzerinde değil, daha geniş ölçekte toplumsal algı üzerinde de etkili olmuştur. Kapitalizmin bireysel başarı, rekabet ve güç odaklı değerleriyle mafyanın örtüşmesi, bu algının oluşumunda önemli bir rol oynar. Kapitalizm, bireyleri sürekli daha fazlasını başarmaya, daha çok kazanmaya teşvik ederken, mafya bu değerleri yasa dışı yollarda ve aşırı uçlarda temsil eder.

      Kapitalist sistemde, bireysel başarı ve zenginlik yüceltilir. Şirket yöneticileri ya da girişimciler, birer modern kahraman olarak görülür. Ancak bu kahramanlık hikâyeleri, rekabetin altında ezilen, sömürülen veya yoksullaştırılan geniş kitlelerin hikâyelerini görünmez kılar. Mafya da benzer bir dinamikle çalışır: Gücün ve kârın merkezi, bireysel ya da örgütsel zenginleşme ile sonuçlanır, ancak bu süreçte toplumsal dokunun gördüğü zarar gölgede kalır.

      Pablo Escobar, bu çelişkileri en açık şekilde gözler önüne seren bir figürdür. Uyuşturucu ticareti sayesinde dünyanın en zengin insanlarından biri haline gelirken, aynı zamanda Kolombiya’da toplumsal kaosa neden olmuş, binlerce kişinin ölümüne sebebiyet vermiştir. Bir yandan kendini yoksul halkın yardımcısı olarak sunmuş, diğer yandan aynı halkın çocuklarını uyuşturucu bağımlılığına ve şiddete sürüklemiştir. Kapitalizmin bireysel başarıyı yücelten yüzü ile mafyanın toplumu yıkan gerçekliği, Escobar’ın hikâyesinde kesişir.

Halkın Mafya Romantizmine Katkısı

       Mafya figürleri, halkın hayal gücünde çoğu zaman birer anti-kahraman ya da gizli bir adalet sağlayıcı olarak yer bulur. Bu, popüler kültür ürünlerinin bilinçli olarak sunduğu bir tasarım olmakla birlikte, halkın kendi hayranlıkları ve değer yargılarıyla da beslenir. İzleyici ya da okur, mafyanın romantik anlatılarına karşı yalnızca pasif bir alıcı değildir; aksine, bu anlatıların devam etmesini sağlayan aktif bir katılımcıdır.

        Özellikle The Godfather gibi eserlerde, izleyiciler mafya liderlerinin ailelerine olan bağlılıklarını, zekâlarını ve güç mücadelelerindeki başarılarını hayranlıkla izler. Şiddet ve yasa dışı faaliyetler, bu hikâyelerde ya estetize edilir ya da dramatik bir bağlamda haklı gösterilir. İzleyici, bu şiddeti gerçek bir tehdit olarak değil, hikâyenin doğal bir unsuru olarak algılar. Oysa gerçek dünyada mafya, yalnızca bireylerin değil, toplumsal düzenin de istikrarını tehdit eden bir yapı olarak işlev görür.

         Bu romantizmin sürdürülmesinde bir diğer önemli faktör, anlatıların bilinçli olarak otosansür mekanizmalarıyla çalışmasıdır. Mafya hikâyelerinde, şiddetin sonuçları çoğu zaman yalnızca bireysel düzeyde ele alınır. Toplumsal etkiler, ekonomik yıkım, ailelerin parçalanması ve korkunun günlük yaşam üzerindeki etkileri ya arka planda bırakılır ya da tamamen göz ardı edilir. İzleyici, hikâyeyi daha kolay benimseyebilmek için bu unsurları bilinçsizce görmezden gelir.

Pablo Escobar: Romantizmi Yıkan Turnusol

        Escobar’ın hikâyesi, mafya mitinin arkasındaki karanlık gerçekleri görmek için güçlü bir araçtır. Escobar, yalnızca bireysel başarı ve güç arayışıyla değil, aynı zamanda şiddeti ve kaosu kontrol aracı olarak kullanmasıyla, mafya mitine dair tüm romantik algıları yerle bir eder. The Godfather gibi eserlerin aksine, Escobar’ın hikâyesinde bir onur ya da ahlaki kod yoktur; yalnızca çıkarlar, korku ve sınırsız bir güç arayışı vardır.

        Escobar’ın Medellín’i kana bulayan bombalamaları, rakiplerini ortadan kaldırma konusundaki acımasızlığı ve kendi ailesi de dahil olmak üzere herkesi manipüle etmesi, mafyanın gerçek yüzünü anlamamıza yardımcı olur. Bu tür bir gerçeklik, romantik cilayı kaldırarak, mafyanın aslında ne olduğunu çıplak bir şekilde görmemizi sağlar.

 Romantizmi Yıkıp Gerçekle Yüzleşmek

        Mafya, edebiyatta, sinemada ve televizyonda güçlü bir tema olarak varlığını sürdürüyor. Ancak bu temayı işlerken, romantize edilmiş cilayı sıyırıp altındaki gerçeklerle yüzleşmek önemlidir. The Godfather gibi eserler, mafyanın karizmatik yüzünü sunarken, onun karanlık doğasını büyük ölçüde gölgeler. Bu gölge, yalnızca popüler kültürün bir tercihi değil, aynı zamanda halkın bu romantik anlatıya olan hayranlığının bir sonucudur.

      Pablo Escobar’ın hikâyesi, bu romantik anlatının çürük temellerini açığa çıkarır. Onun hikâyesi, mafyanın yalnızca bireylerin değil, toplumların da yaşamını nasıl mahvettiğini anlamamıza yardımcı olur. Escobar, mafya mitini yıkan bir turnusol kağıdıdır; onun vahşeti, bu tür yapıların estetikleştirilemeyecek kadar yıkıcı olduğunu gösterir.

        Sonuç olarak, mafyanın şiddet ve sömürü üzerine kurulu yapısını romantikleştirmek, yalnızca bu sistemin gerçek doğasını gizlemekle kalmaz; aynı zamanda onun toplumsal etkilerini de görmezden gelmemize neden olur. Romantizmi bir kenara bırakıp gerçekle yüzleşmek, hem bireysel hem de toplumsal bir farkındalık yaratmanın anahtarıdır.