Trump, Korumacılık ve Göçmenler Üzerinden Bir Analiz

 


Kapitalizm, tarih boyunca krizlerle yoğrulmuş ve bu krizleri aşarken insani bir kimliğin temsilcisi olduğu iddiasını taşıyan maskeler takmayı başarmış bir sistemdir. Ancak bu maskelerin ardında, sermayenin sömürü mekanizması, insan emeğini ve toplumsal dayanışmayı zayıflatma eğilimini sürdürmüştür. Karl Marx’ın da dediği gibi, “Sermaye, kan ve pislikle kaplı her gözenekten damlayarak doğar ve gelişir” (Marx, Das Kapital). İşte bu sömürü düzeni, tarihsel olarak sosyalizmin baskısıyla törpülenmiş, ama bugün yeniden tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkacak şekilde cilasının aşınıp sıvalarının döküldüğü yeni bir evreye girmiştir.

Sosyal ve Demokratik İyileştirmeler: Sosyalizmle Gelen Bir Armağan

Kapitalist ulus devletlerin 20. yüzyılın ortalarında gerçekleştirdiği sosyal ve demokratik iyileştirmeler, kendi iç dinamiklerinden daha çok, sosyalizme karşı yürütülen ideolojik ve ekonomik bir mücadeleden kaynaklanıyordu. Eric Hobsbawm’ın dediği gibi, “20. yüzyıldaki en önemli gelişme, sosyalist sistemin kapitalizmi bir düzen vermeye zorlamasıydı” (The Age of Extremes). Kapitalizm, işçi sınıfının haklarını tanımaya yalnızca sosyalizmin cazibesine karşı koymak için razı olmuştur demek biraz kestirmeci bir bakış açısı gibi görünse de son tahlilde bu izleğe aşina olmak, günümüzdeki çok sayıda dinamiği anlamak bakımından faydalı bir yaklaşımdır.

Sosyalizmin Rekabeti ve Refah Devleti

Sosyalizmin cazibesini kırmak için kapitalist devletler, işçi sınıfına belirli haklar ve sosyal güvenceler tanımak zorunda kaldılar. Özellikle Batı Avrupa’da ve ABD’de bu süreç dikkat çekiciydi:

Refah Devleti Uygulamaları: Avrupa’da sosyalist blokun etkisiyle ücretsiz sağlık hizmetleri, geniş sosyal güvenlik sistemleri ve sendikal hakların güçlendirilmesi gibi reformlar hayata geçirildi. Bu reformlar, sosyalizmin cazibesine karşı işçi sınıfını kapitalizme bağlı tutma çabasının bir parçasıydı.Ancak bunu toplumsal hak mücadelelerinden kopuk, başlı başına ayrı bir süreç olarak değerlendirmek de diyalektik yönteme uygun bir yaklaşım sayılmaz. Yine de artan refahın beklenenden fazla kamuya aktarılmasını yalnızca hak mücadelelerine bağlamak, kapitalizmin reformist hareketler yoluyla tümüyle ihya edilmesinin mümkün olduğu gibi bir yanılgıya sürükleyebilir bizleri. 

ABD’nin New Deal Politikaları: Franklin D. Roosevelt’in New Deal politikaları, Büyük Buhran’ın etkilerini hafifletmek için geliştirilmiş olsa da, aynı zamanda sosyalist ideolojinin yükselişine karşı bir dengeleme unsuru olarak görüldü.

Bu süreçte ortaya çıkan sosyal kazanımlar, işçi sınıfını kapitalizme daha fazla entegre etmek için kullanılan araçlardı. Ancak Antonio Gramsci’nin ifadesiyle, “Eski dünya ölüyor ve yenisi doğamıyor. Bu ara dönemde canavarlar ortaya çıkar.” Sosyalizmin gerilemesiyle bu iyileştirmeler de kalıcılığını yitirmeye başladı.

2. Reel Sosyalizmin Çöküşü ve Sosyal Kazanımların Erozyonu

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, kapitalizmin ideolojik zaferi olarak kutlandı. Ancak bu zafer, yalnızca sosyalizmin değil, aynı zamanda kapitalizmin kendini sınırlandırma zorunluluğunun da ortadan kalktığı bir dönemin başlangıcı oldu.

Küreselleşmenin Etkisi

Küreselleşme, sermaye sınıfına sınırsız bir hareket serbestisi kazandırdı. Ancak bu süreç, işçi sınıfını daha kırılgan bir konuma taşıdı. David Harvey bu durumu şöyle özetliyor: “Küreselleşme, sermaye sınıfına eşi görülmemiş bir hareketlilik sağladı, ancak bu, emeği daha kırılgan hale getirdi” (The Condition of Postmodernity). Sermayenin sınır tanımaz doğası, ulus devletlerin sosyal politikalarını sürdürülemez hale getirdi.

Rekabet Tehdidi:Sermaye, daha düşük maliyetlerle üretim yapabileceği bölgelere yönelirken, ulus devletler sosyal hakları “yük” olarak görmeye başladı.

Hak Taleplerinin Zayıflaması: İşçi sınıfı, küresel sermaye karşısında örgütlenme ve mücadele kapasitesini kaybetti. Hannah Arendt’in ifadesiyle, “Statüsüz insanlar, hakların ötesine itilmiştir. Onların varlığı, yalnızca bir araç olarak kabul edilir” (The Origins of Totalitarianism).

Bu süreçte sosyal kazanımlar, küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendi ve erozyona uğradı.

3. Donald Trump ve Korumacılık: Maskelenmiş Çıkarlar

Donald Trump’ın başkanlık dönemi, kapitalizmin krizlerini “korumacılık” adı altında maskeleme çabası olarak görülebilir. Nancy Fraser’ın dediği gibi, “Trumpizm, kapitalizmin çelişkilerini çözmek yerine onları daha da derinleştiren bir fenomen” olarak ortaya çıktı.

Ticaret Savaşları ve Sermaye Çıkarları

Trump’ın Çin’e yönelik sert politikaları, Amerikan işçi sınıfını koruma iddiasını taşısa da, gerçekte sermaye sınıfını korumaya yönelikti:

Yüksek Tarifeler: Trump’ın uyguladığı tarifeler, Amerikan üreticilerini koruma amacı taşıyordu. Ancak bu politikalar, tüketicilere daha yüksek fiyatlar olarak yansıdı ve işçi sınıfına belirgin bir fayda sağlamadı.

Üretimin Geri Dönüşü Söylemi: Trump, Amerikan üretimini yeniden canlandırma vaadinde bulundu, ancak küresel tedarik zincirlerinin esnek yapısı bu hedefin gerçekleşmesini zorlaştırdı.

Bu politikalar, yalnızca sermayenin çıkarlarını muhafaza etmeyi başardı. Popülist söylemler, işçi sınıfının öfkesini başka yönlere yönlendirmek için kullanıldı.

4. Göçmen Karşıtlığı: Korkuyla Yönetmek

Trump’ın göçmen karşıtı politikaları, popülist retorikle bezeli olsa da, bu politikaların temelinde göçmen emeğinin sömürüsünü artırma amacı yatıyordu. Göçmenler, Amerikan kapitalizminin ihtiyaç duyduğu düşük maliyetli işgücünü sağlıyor, ancak statüsüzlükleri nedeniyle her türlü sosyal haktan mahrum bırakılıyordu.

Göçmenlerin Statüsüzlüğü ve Sömürüsü

Göçmenler üzerindeki baskı, sınırdışı edilme korkusu ve hak taleplerinden uzak tutulma stratejisiyle daha da derinleşti. Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle, “Göçmenler, küresel kapitalizmin insani atıklarıdır. Onlar olmadan sistem sürdürülemez” (Globalization: The Human Consequences).

5. Kapitalizmin Çelişkilerinden Otoriter Liderliğe

Kapitalizmin krizleri, toplumsal huzursuzlukları beraberinde getirirken, bu huzursuzluklar demokratik mekanizmalar yerine otoriter liderlere yöneldi. Slavoj Žižek’in dediği gibi, “Kapitalizmin krizleri, popülist otoriteryanizmin yükselişiyle gizlenir, ancak bu yalnızca daha büyük bir çöküşün habercisidir.”

Milliyetçilik ve Popülist Söylemler

Otoriter liderler, kapitalizmin krizlerini çözmek yerine bu krizlerin üzerini popülist ve milliyetçi retorikle örtmeyi tercih etti.

Kapitalizmin krizleri derinleştikçe, bu krizlerin yükünü toplumsal eşitsizlikler üzerinden taşıyan geniş kitlelerin öfkesi, demokratik mücadele zeminlerinde anlam bulmak yerine, popülist ve otoriter liderlere yöneliyor. Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yenisi doğamıyor. Bu ara dönemde canavarlar ortaya çıkar,” sözleri, bu geçiş döneminin ruhunu yakalıyor. Otoriter liderler, kapitalizmin krizlerini çözmek yerine bu krizleri toplumsal baskılarla bastırmayı ve yeni hedeflere yönlendirmeyi tercih ediyor.

Milliyetçilik ve Dikkat Dağıtma Stratejileri

Otoriter liderlerin en etkili silahlarından biri, milliyetçi ve popülist söylemlerle toplumun dikkatini kapitalizmin çelişkilerinden başka yönlere çevirmek. Trump’ın başkanlığı sırasında göçmen karşıtı politikalar ve “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” sloganı, bu dikkati dağıtma stratejilerinin birer parçasıydı.

Göçmenler Üzerinden Yaratılan Düşmanlık: Trump, göçmenleri Amerikan işçi sınıfının sorunlarının kaynağı olarak tanımlayarak, sınıfsal dayanışmayı bölmeyi başardı. Ancak bu düşmanlık, yalnızca sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet etti.

Milliyetçi Söylemlerin Gücü: Milliyetçilik, ekonomik krizlerin yarattığı huzursuzluğu, ulusal bir gurur söylemiyle gölgeledi. Sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden politikalar, bu milliyetçi retorikle kamufle edildi.

Slavoj Žižek’in dediği gibi, “Kapitalizmin krizleri, popülist otoriteryanizmin yükselişiyle gizlenir, ancak bu yalnızca daha büyük bir çöküşün habercisidir.” Trump ve benzeri liderler, kapitalizmin krizlerini çözmekten ziyade, bu krizleri yönetilebilir hale getirmeye odaklandı.

Sosyal Medya ve Toplumsal Algı Yönetimi

21. yüzyılın otoriter liderleri, sosyal medya gibi araçları kullanarak toplumun algısını şekillendirme konusunda daha etkili hale geldi. Trump’ın Twitter üzerinden sürekli olarak toplumun farklı kesimlerini hedef alması, bu algı yönetiminin en dikkat çekici örneklerinden biridir. Bu tür stratejiler, toplumsal kutuplaşmayı artırarak kapitalizmin çelişkilerini gölgede bırakmayı hedefledi.

6. Kapitalizmin Maskelediği Gerçekler

Kapitalizm, tarih boyunca krizlerini “yeniden düzenlenme” adı altında maskeleme yeteneğiyle ayakta kalmayı başardı. Ancak bugünün dünyasında, bu maskelerin ardındaki gerçekler her zamankinden daha görünür hale gelmiş durumda. Kapitalizmin “özgürlük” ve “refah” vaadi, giderek daha az inandırıcı bir retorik olarak algılanıyor.

Demokrasinin İflası

Kapitalist sistem, demokrasiyi yalnızca sermaye sınıfının çıkarlarını koruyacak bir araç olarak şekillendirdi. İdeolojik açıdan rakipsiz olduğu iddia edilen bu sistem, kendi sınırları içinde tıkanma noktasına ulaştı:

Sermaye ve Demokrasi Çelişkisi: Küreselleşme ile birlikte sermayenin ulus devletler üzerindeki hâkimiyeti arttı. Ulus devletler, demokratik talepleri değil, sermayenin çıkarlarını önceliklendirdi.

Toplumsal Öfkenin Yönsüzlüğü: Sosyalizmin alternatifi olmadığı bir dünyada, toplumsal öfke, sistem karşıtı bir bilinç geliştirmek yerine milliyetçilik ve popülizm eksenine sıkıştı.

Ulrich Beck’in ifade ettiği gibi, “Küreselleşme, yalnızca sermayeyi değil, aynı zamanda belirsizliği de dünya çapında hareketli hale getirdi” (Risk Society). Bu belirsizlik, kapitalizmin sürdürülebilirliğini tehdit eden bir unsur haline geldi.

7. Kapitalizm ve Geleceğe Dair Sorular

Kapitalizmin bugün geldiği noktada, sürdürülebilir bir gelecek için köklü bir dönüşüm ihtiyacı olduğu açıktır. Ancak bu dönüşüm, sistemin sınırları içinde mümkün görünmemektedir. Kapitalizmin krizlerini çözmeye yönelik reform girişimleri, genellikle sistemi ayakta tutmaya yönelik geçici pansumanlar olmaktan öteye geçemiyor.

Yeni Bir Ekonomik ve Toplumsal Düzene İhtiyaç

Sosyalizmin yokluğunda, kapitalizm kendi çelişkilerini yönetemez hale geldi. Sistemin sürdürülebilirliği için aşağıdaki sorulara yanıt aranması gerekiyor:

Sermaye Üzerindeki Denetim: Küreselleşmenin yarattığı eşitsizlikler nasıl dengelenebilir? Sermayenin sınırsız hareketliliği nasıl kontrol altına alınabilir?

Sosyal Hakların Yeniden İnşası: İşçi sınıfının eriyen hakları nasıl yeniden kazanılabilir? Refah devletinin modern bir versiyonu inşa edilebilir mi?

Immanuel Wallerstein’in işaret ettiği gibi, “Kapitalizmin nihai sınırı, çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliktir” (The Modern World-System). Ancak bu sınırları aşmak, mevcut sistemin ötesinde yeni bir ideolojik ve ekonomik modeli gerektiriyor.

Sonuç: Kapitalizmin Kendi Çıkmazı

Kapitalizm, tarih boyunca krizlerden beslenmiş ve her krizi bir fırsata dönüştürerek kendini yeniden üretmiştir. Ancak bugün, sistemin bu döngüyü sürdürebilme kapasitesi sorgulanmaktadır. Karl Marx’ın ifadesiyle, “Kapitalizmin en büyük çelişkisi, kendi mezar kazıcılarını yaratmasıdır.” Sermayenin sınırsız hareketliliği, sosyal hakların ve demokratik kazanımların köklerini kurutmuş, toplumları daha kırılgan ve bölünmüş bir hale getirmiştir.

Donald Trump’ın korumacılık ve göçmen karşıtı politikaları, bu kırılganlığın ve çelişkilerin bir yansıması olarak görülmelidir. Ancak bu politikalar, kapitalizmin krizlerini çözmek yerine yalnızca ertelemeye yönelik araçlar sunmuştur. Bugünün dünyasında, kapitalizmin çelişkilerini aşmak ve gerçek bir sürdürülebilirlik sağlamak için yalnızca sistemin ötesinde bir dönüşüm umut vaat etmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

VERESİYE SATAN PEŞİN SATAN..

KÜRESELLEŞME VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM

Oğlumun arkadaşı ile oyuncak kavgası!...