Tabakhaneye Bok Yetiştirmekten Hiçliğe Tapınmaya: Hayat Üzerine Karanlık Bir Sorgulama
Hayatın Hızına ve Anlamına Dair Bir Sorgulama
Hayatın bazen dayanılmaz bir hızla aktığı, bitmek bilmeyen bir mücadele gibi hissettirdiği anlar hepimiz için tanıdıktır. Kesilen sular, kötü giden mevsimler, kişisel trajediler ve beklenmedik zorluklar arasında savrulurken, varoluşun kendisi ağır bir yük gibi omuzlarımıza çökebilir. Bazen kalbe saplanmış ümitsiz bir hançerle ya da eşi benzeri görülmemiş bir yalnızlıkla boğuşurken, zihin en karanlık ve en aydınlatıcı patikalara sapar. Bu deneme, böylesi bir kişisel muhasebeden süzülüp gelen, hayatı, ilerlemeyi ve nihai amacı sorgulayan birkaç kışkırtıcı fikri mercek altına alıyor.
Hayat, Tabakhaneye Yetiştirilen Bir Aceleden mi İbaret?
Modern hayatın amansız temposu, çoğu zaman bizleri nereye gittiğimizi sorgulamadan koşturmaya zorlar. Bu durumu ifade etmek için kullanılan çarpıcı bir halk deyişi vardır: "Tabakhaneye bok yetiştirmek." Bu benzetme, sonu belirsiz veya anlamsız bir hedefe yönelik telaşlı, hummalı ve sonuçsuz bir çabayı resmeder. Hayat, bu metafora göre, sürekli bir acele içinde geçen, ancak geriye dönüp bakıldığında bu koşturmacanın anlamsızlığından başka bir şey bırakmayan bir süreçtir. Gençlik, bu anlamsız hızın içinde eriyip gider ve geriye sadece o telaşın anlamsızlığının tortusu kalır. Bu kaba ve alaycı ifade, entelektüel cilayı kazıyıp atarak, bir ömrün anlamsız bir telaşla nasıl heba edildiğine dair o ham ve acı hissi tüm çıplaklığıyla yüzümüze çarpar.
Arabanın arkasına “sence biraz hızlı gitmiyor muyuz?” yazmışlar. Aynen bokluk içinde hızlı gidiyoruz. Tabakhaneye bok yetiştirmek ömür dediğimiz. Boktan ama hızlı. Bir bakıyorsun gençlik bitmiş, elinde de tabakhaneye yetiştirmek istediğin boktan başka birşey yok.
Varlığımızın Kozmik Teorisi: Ya Hayat Bir Kara Delikse?
Günlük koşuşturmacanın ötesine geçen en radikal fikirlerden biri, varoluşun kendisini kozmik bir olguyla açıklamaktır: Hayat, bir kara deliğin içine düşme sürecidir. Bu teori, "ilerleme" ve "büyüme" gibi temel kavramları tamamen tersine çevirir. Bu sarsıcı metaforun temel bileşenleri şunlardır:
- Başlangıç: Her şey, tek bir "sperm hücresinin" kara deliğin karşı konulmaz çekim gücüne kapılmasıyla başlar.
- Kozmik Alternatif: Yumurtayı dölleyemeyen sperm hücreleri ise kara deliğin çekiminden kaçmayı başaran parçacıklar, yani hiç var olmama ihtimalinin kendisidir.
- Gelişim ve Büyüme: Bizim "gelişme" ve "büyüme" olarak algıladığımız süreç, aslında bu çekim gücünün enerjisini kullanarak ondan kaçmaya yönelik beyhude bir çabadır. Kaçmayı başaramadıkça, bu muazzam kuvvetin altında sürekli şekil değiştirir, bir biçimden diğerine gireriz.
- Teknolojik İlerleme Yanılsaması: İnsanlığın her şeyi kolaylaştıran ve birbirine yakınlaştıran teknolojisi, bir güç ve hakimiyet göstergesi sanılır. Oysa bu teoriye göre bu durum, aslında kara deliğin gücünün ve hakimiyetinin artmasından, yani her şeyin nihai çöküşten hemen önce birbirine daha da yaklaşmasından ibarettir.
Bu bakış açısı, varoluşumuzu Batı medeniyetinin temelindeki ilerleme ve irade mitolojilerinden koparır. Hayatımızı kahramanca bir inşa süreci olarak değil, kaçınılmaz bir sona doğru sürüklenirken maruz kaldığımız pasif bir form değişikliği olarak yeniden çerçeveler. İnsan iradesini ve istisnailiğini yerle bir eden bu fikir, rahatsız edici olduğu kadar güçlü bir ayna tutar.
Uzun zamandır hayat dediğimiz şeyin bir kara deliğin içine düşmek olduğunu düşünüyorum. Bir sperm hücresi iken her şey kara deliğin çekim gücü ile belirleniyor... Gelişme sandığımız şey de bu. Çekim gücünün verdiği enerjiyi kullanarak geri kaçmaya çalışıyoruz, ama kara deliğin içine çeken etkisini yenemediğimiz için şekil değiştirip biçimde biçime giriyoruz. Büyüme dediğimiz bu.
3. Mutluluk Bir Şans İşi, Mutsuzluk İse Kural Mıdır?
Peki ya mutluluk, peşinden koşulacak, emekle kazanılacak bir hedef değilse? Bu düşünceye göre mutluluk, bir başarı veya zihniyet meselesi olmaktan çok, tamamen bir şans ve istatistiksel bir anormalliktir. Mantık basittir: Şanslı bir insan, en kısıtlı koşullarda, "bir fındık kabuğu içinde bile" mutlu olabilir. Bu, mutluluğun dış koşullardan bağımsız, adeta doğuştan gelen bir durum olduğunu ima eder. Bu perspektiften bakıldığında, hayatın genel kuralı mutsuzluktur ve mutlular sadece şanslı bir azınlıktır. Bu fikri dile getiren kişi, kendini bir bataklığın içine çekilen ve sözleri, talihsiz çoğunluğun anlamsız hezeyanlarından ibaret olan biri olarak görür. Bu yaklaşım, mutluluğu kişisel çabanın bir sonucu olarak gören yerleşik bilgelik anlayışına doğrudan meydan okur.
Nihai Sığınak Olarak "Hiçlik"
Hayatı bir hastalık, ölümü ise tuhaf bir ödül olarak gören felsefi sorgulama, en sonunda "Hiçlik" kavramına ulaşır. Ölüm, tüm acılardan kurtulmayı vaat etse de bu kurtuluşun getireceği bir "haz" sunmadığı için eksik kalır. İşte bu noktada "Hiçlik", ödülden bile daha değerli bir sığınak olarak belirir. Hiçliğin tek tanımlayıcı özelliği, başka hiçbir şeye benzememesidir. O, hazza ihtiyaç duymadan acıdan mutlak bir kaçıştır. Bu düşünsel yolculuğun son perdesinde, kara deliğin çekimine karşı savaşmaktan yorgun düşmüş bir ruh portresi çizilir. Yeterince yorgun olan insan, artık karşı koymayı bırakır ve o boşluğa, o hiçliğe "tapınmaya" başlar. Varlığın getirdiği tüm yüklerden ve anlam arayışından vazgeçerek, var olmamanın mutlak sükunetini arzular. Bu, onun tek ve nihai dileği haline gelir.
Yeterince yorgun olan insan ise o boşluğa o hiçliğe tapınmaya başlar. Başka da bir dileği yoktur.
Kara Deliğin İçinden Bakmak
Hayatın anlamsız koşturmacasından varoluşun kozmik bir kara deliğe düşüş olduğu fikrine, oradan da nihai sığınak olarak hiçliği arzulamaya uzanan bu düşünsel yolculuk, rahatlatıcı cevaplar sunmuyor. Aksine, varoluşun en temel varsayımlarını sorgulayan karanlık ama dürüst bir ayna tutuyor. Belki de bu rahatsız edici fikirlerin en büyük değeri, bize alışılageldik anlam kalıplarının dışından bakma imkanı vermesidir.
Eğer hayat gerçekten bir kara deliğe düşmekse, bu yolculuğu anlamlı kılmak için neye tutunabiliriz?
Yorumlar