TRUMP'IN YENİ GÜMRÜK TARİFELERİ VE DAHA KAOTİK BİR DÜNYA
2025 yılı Nisan ayında, ABD Başkanı Donald Trump “Liberation Day” adını verdiği yeni bir ekonomik kararla dünya ekonomisine adeta savaş ilan etti. Çin, Avrupa Birliği, Japonya ve Vietnam gibi küresel üretim merkezlerine yüksek gümrük tarifeleri getirerek, sadece ithalatı sınırlamakla kalmadı; aynı zamanda son kırk yılın küreselleşme modelini de hedef tahtasına oturttu. Bu yeni tarifelerle Trump, üretimi yeniden ABD topraklarına çekmeyi, iç pazarı korumayı ve Amerikan işçisini yeniden sistemin merkezine yerleştirmeyi vaat ediyor. Ancak bu iddialı hedeflerin ardında hem iktisadi hem de siyasi pek çok çelişki gizli.
Dünya ise bu hamleye temkinli ve parçalı bir tepki veriyor. Çin misilleme tarifeleri hazırlarken, Avrupa Birliği diplomatik yollarla çözüm arayışında; Japonya ve Güney Kore gibi ABD müttefikleri ise ikili ilişkileri koruma adına açık tepki vermekten kaçınıyor. Türkiye gibi bazı ülkeler ise şimdilik daha düşük tarifelerle sistem içinde tutuluyor. Ancak bu yeni düzenin sürdürülebilir olup olmadığı, sadece ekonomik değil, aynı zamanda etik, siyasi ve tarihsel bir sorgulamayı da zorunlu kılıyor.
Bugün, dünyanın en güçlü ülkesi olduğunu iddia eden Amerika Birleşik Devletleri, kendi koyduğu küresel oyunun kurallarını ters yüz ederek yeni bir ekonomik savaş başlatıyor. Trump’ın son gümrük tarifeleri, görünüşte ulusal üretimi canlandırma, işgücü piyasasını güçlendirme ve ABD’yi "yeniden büyük yapma" hedefini taşıyor. Fakat görünmeyen taraf daha karanlık ve daha derin bir gerçekle yüzleşmemizi zorunlu kılıyor: Bu politikalar, sadece ekonomik bir modelin değil, bir dünya düzeninin de çöküşünü işaret ediyor.
ABD’nin üretimi ülkesine çekme çabası, sermayenin doğası gereği nereye daha fazla kazanç varsa oraya yönelmesi gerçeğiyle çatışıyor. Ucuz işgücü yerine otomasyonu tercih eden küresel sermaye, artık üretim için sınırlara ihtiyaç duymuyor. Trump’ın tarifelerle korumaya çalıştığı sınırlar, sermaye için bir engel değil; yalnızca yeni kaçış yollarının tetikleyicisidir. Bu nedenle Trump, görünüşte halkı ve işçiyi savunsa da, aslında kendi politik söyleminin çelişkisine sıkışmış durumda. Ne üretimi gerçekten ülkeye çekebiliyor, ne de işçiye sürdürülebilir bir refah vaat edebiliyor.
Böylesi bir ortamda gümrük vergileri yalnızca fiyatları artırmakla kalmaz; kaçakçılığı, kayıt dışılığı, rüşveti ve organize suçu da tetikler. Mafya için yeni karaborsalar oluşur; elektronik ürünlerden beyaz eşyaya, tekstilden gıdaya kadar pek çok kalemde kayıt dışı ticaret patlar. Devletin bu sistemi tamamen denetlemesi neredeyse imkânsızdır çünkü sistemin kendisi şeffaflık yerine kurnazlığa göre inşa edilmiştir. Gümrüklerdeki memurlar üzerindeki baskı artar, denetim sistemleri esner ve rüşvet kurumsallaşır. Bu sadece ekonomik değil, etik bir çöküştür de.
Aynı zamanda bu vergiler, kalitesiz ama ucuz ürünlerin piyasada daha fazla yer bulmasına neden olur. İnsanlar geçinmek için kaliteli üründen vazgeçmek zorunda kalır. Kalite, estetik ve güvenlik değerleri feda edilir. Markalar sessizce üretim kalitesini düşürür; tüketici daha az öder ama aynı zamanda daha az yaşar. Bu, modern dünyanın görünmeyen enflasyonudur: hayat kalitesinde düşüş.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, aslında dünya çok daha farklı bir yöne gitmek zorunda. Artık kar odaklılığın yerini sürdürülebilirliğe, rekabetin yerini işbirliğine bırakması gereken bir dönemdeyiz. Çünkü karşı karşıya olduğumuz krizler—iklim felaketi, biyolojik çeşitlilik kaybı, kaynak tükenmesi, göç dalgaları, pandemiler—bir ülkenin ya da bir liderin tek başına çözebileceği şeyler değil. Bu krizleri aşmanın yolu, insanlık tarihinde her zaman olduğu gibi, ancak kolektif akıl ve ortak çabayla mümkün.
Trump bu açıdan sadece bir neden değil, aynı zamanda bir semptomdur. Yükselişi, sistemin çürümüşlüğünün ürünüdür. Statükoyu kırıyor ama yerine hiçbir şey koymuyor. O, var olan düzenin son demlerini yaşarken ortaya çıkan bir "boşluk figürüdür". Ne geçmişin değerlerini taşıyor ne de geleceğin ihtiyacını karşılıyor. Bu yüzden ona karşı olanlar da çoğu zaman sadece savunmadalar; alternatif üretmeden, sadece eski düzenin yıkılmasını geciktirmeye çalışıyorlar.
Fakat asıl mesele artık şu: "Ya barbarlık ya işbirliği". Çünkü bu kez zaman sınırlı. Yeni bir küresel savaş, dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insanın değil, doğrudan dünyanın kendisinin sonunu getirebilir. Artık deneyerek öğrenme, her seçeneği deneme lüksümüz kalmadı.
İnsanlık tarihinin bu eşsiz anında, artık hiçbir şey teknik değil, her şey ahlaki bir karardır. İşbirliği, dayanışma, kolektif akıl—bunlar birer erdem değil, varoluşsal zorunluluk haline geldi. Kapanan bir dünyanın aynasında kendimize baktığımızda, ya geride bıraktığımız kibri, açgözlülüğü ve güç saplantısını görüp yeniden insanlaşacağız; ya da yitip gideceğiz.
İşte bu yüzden Trump gibi figürler sadece korkulacak değil, aynı zamanda anlaşılması gereken figürlerdir. Onlar bize karanlığı gösterir. Ama karanlığı görmek, ışığı hatırlamak içindir. Eğer insanlık hâlâ kendini kurtarma şansına sahipse, bu şans, ancak en derin bunalım anında doğabilir.
Çünkü bazen batmadan yükselmek mümkün değildir. Ama batarken uyanmak mümkündür
Yorumlar