3 Aralık 2024 Salı

Suriye’nin Kuzeyindeki Çatışmalar: İdlib, HTŞ ve Emperyalist Stratejiler

 



Suriye’nin kuzeyindeki İdlib vilayeti, bir zamanlar bölgesel bir kriz olarak görülen çatışmaların artık küresel bir hesaplaşmanın merkezine dönüştüğü bir bölge haline geldi. Bu topraklar, sadece yerel bir mücadele alanı değil, aynı zamanda küresel güçlerin satranç tahtasında bir piyon gibi kullanılan vekil grupların sahnesi. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), bu satrançta hem yerel hem de uluslararası çıkarların kesişim noktası haline geldi.


HTŞ’nin İdlib’deki sıkışmışlığı, yalnızca bir örgütün taktiksel sorunlarından ibaret değil. Aynı zamanda Suriye’nin geleceğini ve Ortadoğu’daki güç dengelerini etkileyen derin bir sorunlar ağının parçası. Türkiye, ABD, İsrail ve Rusya gibi aktörlerin, HTŞ ve çevresindeki güçler üzerinden geliştirdiği politikalar, sadece savaşın süresini uzatmakla kalmıyor, aynı zamanda bölge halklarını da derin bir belirsizliğe sürüklüyor.


İdlib’de HTŞ ve Büyük Güçlerin Çıkarları


HTŞ’nin İdlib’deki sıkışmışlığı, bir yandan örgütün radikal köktendinci ideolojisinin bölgesel ve küresel tehdit algısını artırırken, diğer yandan uluslararası aktörler için bir stratejik araç haline gelmesine yol açtı. HTŞ, bir tehdit olarak algılanmasına rağmen, büyük güçlerin Suriye üzerindeki çıkar mücadelelerinde zaman zaman korunan, zaman zaman manipüle edilen bir yapı olarak varlığını sürdürüyor.


Türkiye’nin Denge Arayışı


Türkiye’nin HTŞ’ye karşı doğrudan bir askeri müdahalede bulunmaması, örgütün varlığının Türkiye’nin çıkarlarına dolaylı bir katkı sağlamasıyla ilişkilendirilebilir. Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt grupların özerklik kazanma çabalarını tehdit olarak görürken, HTŞ’nin bu dengeyi bozmasını engellemek adına örgütle dolaylı bir ilişki sürdürüyor."ABD ve İsrail, HTŞ’yi Rusya’nın Suriye’deki varlığını zayıflatmak için bir araç olarak kullanıyor gibi görünüyor."Aynı zamanda, HTŞ’nin İran destekli Şii milislere karşı bir engel olarak görülmesi, Türkiye’nin bölgesel güvenlik politikasını tamamlayan bir unsur.


Ancak bu politikaların Türkiye açısından ciddi riskler barındırdığı da açıktır. HTŞ’nin varlığını sürdürmesi, bölgedeki köktendinci ideolojilerin kalıcı hale gelmesine yol açabilir ve Türkiye’nin uzun vadeli güvenliği açısından tehdit oluşturabilir.


ABD ve İsrail’in Yeni Hamleleri


ABD ve İsrail, HTŞ’yi Rusya’nın Suriye’deki varlığını zayıflatmak için bir araç olarak kullanıyor gibi görünüyor.  ABD’nin vekil savaş stratejisi, HTŞ’nin operasyonel kapasitesini artırarak Esad rejimini yıpratmayı hedefliyor. İsrail ise, HTŞ’nin varlığını İran destekli Şii milisleri sınırlamak ve bölgesel güvenliğini artırmak için dolaylı bir fayda aracı olarak görüyor. Ancak bu hamleler, uzun vadede bölgedeki köktendinci grupların yeniden güç kazanmasına zemin hazırlıyor.


Rusya’nın Zor Durumu


Rusya, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Suriye’deki askeri varlığını sürdürmekte zorlanıyor.  Bu durum, HTŞ gibi grupların daha agresif bir şekilde hareket etmesine olanak tanırken, ABD ve İsrail için Rusya’ya karşı ikinci bir cephe açma fırsatı sunuyor. Rusya’nın bu cephede yaşadığı zayıflık, Esad rejimini savunmasız bırakabilir ve Suriye’deki çatışmaları daha da derinleştirebilir.


Çatışmaların Bölge Halkları Üzerindeki Etkileri


Bölgedeki büyük güçlerin stratejik hesaplaşmaları, sadece diplomasi masalarında değil, halkın günlük yaşamında da derin izler bırakıyor. İdlib’deki çatışmalar, bölgedeki işçi sınıfı ve emekçi halkların yaşamını doğrudan etkileyen bir yıkım tablosu ortaya koyuyor.


HTŞ’nin kontrolündeki bölgelerde, halk ağır ekonomik baskılar altında yaşıyor. Örgütün dayattığı “vergi” sistemi ve kaynak kontrolü, yerel halkın yaşam koşullarını daha da kötüleştiriyor. Aynı zamanda, savaşın ekonomik altyapıyı yok etmesi, yoksulluk ve işsizliği artırarak toplumsal dokuyu zayıflatıyor.


İdlib’deki çatışmalar, milyonlarca insanın yerinden edilmesine yol açtı. Türkiye ve Avrupa, yeni bir göç dalgasının yükünü taşıma korkusuyla bu bölgede denge politikaları izlerken, mülteciler gittikleri yerlerde ayrımcılık ve zorluklarla karşılaşıyor. Bu durum, hem bölgesel hem de küresel ölçekte bir insani kriz yaratıyor.


Köktendinci İdeolojilerin Kalıcılaşması

HTŞ gibi köktendinci grupların varlığı, yalnızca bölgesel çatışmaları değil, aynı zamanda ideolojik bir tehdidi de büyütüyor. Bu grupların bölgedeki kök salması, yalnızca Suriye’nin değil, tüm Ortadoğu’nun uzun vadeli güvenliği açısından ciddi riskler barındırıyor.


Çıkmazdaki Barış ve Emperyalist Stratejilerin Geleceği


HTŞ’nin İdlib’deki sıkışmışlığı, Suriye’deki çatışmaların yalnızca bir boyutu. Bu sıkışmışlık, aynı zamanda emperyalist güçlerin Suriye’deki nüfuz mücadelelerinin doğrudan bir sonucu. Türkiye, ABD, İsrail ve Rusya gibi aktörlerin çıkarları doğrultusunda sürdürülen bu çatışmalar, Suriye halkı için bir çıkmaz haline geliyor.


Kalıcı bir barışın mümkün olabilmesi için, bu büyük güçlerin vekil savaş stratejilerinden vazgeçmesi ve Suriye halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkına saygı gösterilmesi gerekiyor. Ancak mevcut koşullar, bu hedefin ne kadar uzak olduğunu açıkça ortaya koyuyor. HTŞ’nin varlığı, sadece bir örgütün değil, bölgedeki bütün halkların geleceğini tehdit eden bir unsur olarak kalmaya devam ediyor.


İdlib’den Kalıcı Barışa: Umut ve Gerçeklik Arasında


Suriye’nin kuzeyinde, İdlib’in küçük toprak parçasında şekillenen çatışmalar, sadece bu bölgeyi değil, bütün Ortadoğu’yu derinden etkileyen bir domino etkisi yaratıyor. Ancak bu domino taşları devrilirken, ortaya çıkan enkazın altında en çok zarar görenler, her zaman olduğu gibi halklar oluyor. Kalıcı bir barış ihtimali, sadece bir siyasi çözümün ötesinde, bölgedeki tüm güçlerin hesaplarını yeniden gözden geçirmesini gerektiriyor.


Büyük Güçlerin Hesaplaşması: Vekil Savaşın Anatomisi


Suriye’de yaşanan çatışmalar, hiçbir zaman sadece yerel güçlerin mücadelesi olmadı. Bu savaş, her zaman küresel ve bölgesel aktörlerin çıkarlarının bir sahnesi oldu. HTŞ’nin İdlib’deki varlığı, bu çıkar savaşlarının nasıl manipüle edilebileceğinin en somut örneklerinden birini oluşturuyor.


ABD’nin, HTŞ’yi dolaylı yollardan kullanarak Rusya’yı Suriye’den uzaklaştırma çabası, yeni bir vekil savaş dalgasının habercisi olabilir. İsrail, İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlandırmak için bu stratejinin bir parçası olarak hareket ediyor. Bu süreçte, Türkiye ise hem kendi sınır güvenliğini hem de bölgedeki nüfuzunu koruma adına oldukça karmaşık bir denge politikası yürütüyor.


Ancak bu politikaların ortak bir noktası var: Hiçbirinin merkezinde Suriye halklarının refahı, güvenliği veya geleceği yer almıyor. Tüm bu hesaplaşmaların sonunda ortaya çıkan şey, savaşın daha da derinleşmesi ve bölge halklarının daha büyük bir yıkıma sürüklenmesi.


Halkların Sessiz Çığlığı: Çatışmanın Sosyal ve Ekonomik Bedelleri


İdlib ve çevresindeki çatışmalar, halkların yaşamına doğrudan müdahalelerde bulunarak, zaten kırılgan olan sosyal dokuyu paramparça ediyor. Yerinden edilen milyonlarca insanın hikayesi, savaşın görünmeyen yüzünü temsil ediyor.


Çatışmalar, Suriye’nin tarımsal ve sanayi altyapısını neredeyse tamamen yok etti. İdlib, bir zamanlar tarımsal üretimin merkeziyken, bugün HTŞ’nin kontrolündeki bir kara ekonomi alanına dönüştü. Halk, hayatta kalmak için temel ihtiyaçlarına bile erişmekte zorlanıyor.


Sürekli çatışma hali, bölgedeki etnik ve dini gruplar arasında tarihsel bağları zayıflattı. Yerel topluluklar, savaşın yol açtığı güvensizlik ve düşmanlık ortamında bir arada yaşama becerisini kaybediyor. Bu durum, gelecekte bir arada yaşamanın temelini oluşturan toplumsal dokunun yeniden inşasını daha da zorlaştırıyor.


Köktendinciliğin Normalleşmesi


HTŞ gibi grupların varlığı, yalnızca askeri bir tehdit değil, aynı zamanda ideolojik bir tehdit oluşturuyor. Bu grupların bölgede güç kazanması, köktendinci ideolojilerin yayılmasını ve normalleşmesini sağlıyor. Bu durum, özellikle genç nesiller için uzun vadeli bir tehdit haline geliyor.


Emperyalist Stratejilerin Bedeli


Suriye’deki çatışmalar, büyük güçlerin stratejik hesaplaşmalarının bir sonucu olarak derinleşirken, bu hesaplaşmaların bedelini halklar ödüyor. ABD ve İsrail’in HTŞ gibi grupları manipüle ederek Rusya’yı zayıflatma stratejisi, bölgede kalıcı bir barışın sağlanmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor. Aynı şekilde, Türkiye’nin Kürt güçlere karşı yürüttüğü denge politikası, sadece kısa vadeli güvenlik kazanımları sağlarken, uzun vadeli istikrarsızlık riskini artırıyor.


Rusya’nın Suriye’deki varlığı ise hem Esad rejimi hem de İran için bir güvence sağlasa da, Ukrayna’daki savaş nedeniyle bu varlık giderek daha kırılgan hale geliyor. Bu kırılganlık, Suriye’deki çatışmaların yeni bir düzeye taşınmasına yol açabilir.


Barış İçin Bir Çıkış Yolu Var mı?


Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalar, çözümün yalnızca askeri bir mesele olmadığını, aynı zamanda siyasi, ekonomik ve sosyal boyutları olan çok boyutlu bir kriz olduğunu açıkça gösteriyor. Kalıcı bir barış, yalnızca büyük güçlerin çekilmesiyle değil, aynı zamanda bölge halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkını kullanmasıyla mümkün olabilir.


Ancak mevcut dengeler, bu hedefin ne kadar uzak olduğunu açıkça ortaya koyuyor. HTŞ’nin varlığı, sadece bir örgütün sıkışmışlığı değil, aynı zamanda bölgedeki tüm halkların geleceğini tehdit eden bir unsur olarak varlığını sürdürüyor. Emperyalist güçlerin çıkar çatışmaları sona ermeden, Suriye’de gerçek bir barış mümkün görünmüyor.



Hiç yorum yok: