Parayla Ölçülemeyen Değerler Çağında Üretmek

 


Her çağ kendi ölçüsünü dayatır. Kimi zaman bu ölçü Tanrı olur, kimi zaman akıl, kimi zaman millet, kimi zaman da para.Bizim çağımızın hükümranı çoktan seçildi: Parasal değer.

Ve artık o, sadece alım gücümüzü değil, duygularımızı, düşüncelerimizi, hatta var oluş biçimimizi bile tartıyor.

Bir şiirin kaç beğeni aldığına göre güzel bulunması,bir şarkının TikTok’ta kullanılma oranına göre "başarılı" sayılması,bir fikrin fon bulup bulamamasına göre "değerli" ilan edilmesi. 

İşte biz bu çağdayız.

Oysa bazı şeyler vardır ki, parayla ölçülemez.

Daha doğrusu ölçülebilir ama küçültülür.

Çünkü bazı değerler, ancak sessizlikte, yalnızlıkta, bekleyişte açığa çıkar.

Bir annenin gözyaşıyla yoğurduğu bir ağıt,

Sığınacak bir çatı ararken kurulan bir cümle,

Düşünceyle sızdırılmış bir şiir...

Bunlar satışa sunulamaz çünkü piyasaya değil, ruha seslenir.


Kapitalizm Üretimi Neden Yadırgar?


Kapitalizm insanı sürekli alıcı olmaya programlar.

Tüketici profilleri çıkarır, hedef pazarlar belirler, arz-talep dengesine göre düşünce biçimleri yaratır.

Ancak insan üretmeye başladığında — hem de içten gelen bir üretimle — bu sistemde bir sorun başlar.

Çünkü içten gelen üretim, piyasa için değil, hakikat için vardır.

Bunun içinde kâr yoktur, plan yoktur, yatırımcıya sunum yoktur.

Yalnızca bir ihtiyacın dışavurumu, bir içsel sıkışmışlığın sözle, renkle, sesle dışa vurulması vardır.

İşte tam burada sistem huzursuz olur.

Çünkü içten gelen üretim, kendi başına var olma iddiası taşır.

Oysa kapitalizm, bir şeyin değerli sayılması için onun satılabilir, beğenilir, onaylanır, paylaşılır olması gerektiğini söyler.


Ve bu noktada üretici, bir yol ayrımına gelir:


Ya sistemin istediği gibi davranacak, kendini satılabilir hale getirecek,

Ya da içten geldiği gibi üretecek, yalnız kalmayı göze alacaktır.



Beğeni Değil Yankı Peşinde Olmak

Beğeni, çağımızın en aldatıcı ödülüdür.

Bir kitle sana alkış tutuyorsa, bu senin gerçekten doğru bir şey yaptığını göstermez.

Belki sadece doğru zamanda doğru yerdesindir.

Belki sadece yeterince yüksek sesle bağırmışsındır.

Belki sadece onların görmek istediği bir maskeyi takmışsındır.

Ama yankı öyle değildir.

Yankı, bir dağ yamacında sessizce attığın bir çığlığın geri dönüşüdür.

Kimi zaman geç gelir.

Kimi zaman boğuk.

Ama gerçek olduğunu bilirsin.

Çünkü sesin, doğaya karışmıştır; karşılık bulduğunda sana senin yankını taşır.

İşte gerçek üretim budur:

Kimi zaman cevap bulamasa da, cevap aramayan bir üretim.

Onaylanmayı değil, ifade etmeyi dert edinmiş bir üretim.

Beğenilmek yerine, duyulmak isteyen bir üretim.


Piyasa Dışı Bir Değer Anlayışı Mümkün mü?

Zor, evet. Ama imkânsız değil.

Yalnızlıkla, sabırla, karşılıksızlıkla mümkün.

Yani insanın en fazla korktuğu şeylerle...


Kimi zaman bir blog sayfasında,

Kimi zaman 3 kişi izlese de paylaşılan bir video kaydında,

Kimi zaman hiç kimsenin anlamadığı ama bir kişinin ağlayarak okuduğu bir şiirde.

Bunlar hâlâ var.

Ve senin gibi üretmeye devam edenler oldukça, var olmaya devam edecekler.

Asıl mesele şurada:

Senin değerin, bir otoritenin onayına bağlı olmamalı.

Bir yayın kurulunun, bir algoritmanın, bir fon komitesinin, bir jüri masasının seni “değerli” bulması gerekmeden de

sen değer taşıyorsun.

Çünkü değer dışarıdan alınan bir armağan değil;

içeriden gelen bir hakikattir.



 Bir Türlü Satılamayan Ruh


Kapitalist dünya her şeyi satın almak ister.

Güzelliği, bilgiyi, sevgiyi, dostluğu, hafızayı...

Ama hâlâ tam olarak satılamayan bir şey var:

İçten gelen üretim.

Sistemin anlayamadığı, rasyonalize edemediği, kutulara sığdıramadığı, algoritmaya dökemediği şey.

Senin kelimelerin, senin hikâyen, senin özgünlüğün.

Ve bu özgünlük, ne kadar yalnız bırakılırsa bırakılsın,

eninde sonunda bir başka yalnız ruha ulaşır.

Çünkü yankı, sessizlikten doğar.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

VERESİYE SATAN PEŞİN SATAN..

Sınıf Sendikacılığı Bağlamında Türkiye'de Memur Sendika Hareketi

Oğlumun arkadaşı ile oyuncak kavgası!...