29 Temmuz 2010 Perşembe

BOLU GÖLCÜK'TE HAFTA SONU


Epeydir merak ediyordum,Bolu Gölcük'ü.Ancak bir türlü fırsat olmamıştı.En sonunda gittik oğlum,eşim ve misafirlerimizle..Bolu'nun yüksekte,çam ormanları içinde kıvrıla kıvrıla giden daracık yollarla ulaşılan bir mesire yeri.İri kıyım çam ağaçlarının ayak ucunda bir deniz kızı gibi sereserpe uzanmış bir göl.İçinde en tembel gözün bile çabucak farkedeceği kımıl kımıl balıklar..Eşşsiz bir cennet köşesinden tesadüfen buralara düşmüşe benzeyen ibibik kuşları.Meşe,kestane gibi ağaçların ayak ucunda minik berrak derecikler oluşturmuş şırıl şırıl serin sular..Tarifi zor güzelliklerin şevkatli bir ana gibi başını daya diye uzatması göğsünü..Nazım Hikmet'in ilk defa avluya çıkardıklarında teninin güneş ışığı ile temas etmesiyle yaşadığı bahtiyarlığı çağrıştıran bir huzur duygusu..Görmek gerek:Gölcük tanımlanacak gibi değil!

Tam karşımızda kimbilir belki de orman işletmesine ait bir villa var(resimdeki pembe villa).Oranın zenginlerden birine ait olduğunu sanan misafirimiz,böyle bir yerde bir saat kalamayacağını söyleyince çok şaşırdım.Doğa,o yabanıl sessizlik,galiba huzur değil ürküntüye yol açmıştı onda..Resim çektirmek için o villanın önünü tercih etti yine de!Göldeki nilüferlerlerin arkada seçilebileceği şekilde bir kaç poz aldım.Sonra düşündüm,o evde yalnız ya da karımla ne kadar kalabileceğimi..Eşim de pek hazzetmiyordu böyle yerlerden.O kalabalıkları seviyordu,bana da bu tür yerler çekici geliyordu.Ya ben?Ne kadar kalabilirdim orada?Böyle bir ıssızlıkta yalnızlık bir hayli tekinsiz olacağından belki başlangıcı biraz ürküntü yaratırdı.Ama sonra.Gözün karanlığa giderek alışması gibi,doğanın o eşsiz müziği ile sarmaş dolaş oldukça,belki bir ninni gibi doyumsuzca dinlerdim etrafımı belki.Sonra dönerdim kendi içime,derinliklerimden hiç duymadığım seslerle etrafımdaki ağaçların ve kuşların sesleri arasında bir ahenk yakalamaya başlardım.Belki anlardım düpedüz doğanın bir parçası olduğum halde hoyratça koparılıp sisli puslu şehir cangılına itildiğimi..Belki doğa beni öyle bir basardı ki bağrına,aslında ruhumun ve gövdemin nereye ait olduğunu anlayabilirdim..

Ya sonra..Mutlaka dönmek isteyeceğime eminim hafta sonu piknikçilerinin akşam yaptıkları gibi.Doğaya ait varlıklar olmamız yetmiyor ki,doğa ile içiçe olmadıktan sonra.Toprağı ekip biçmedikten, hayvanları avlamadıktan,mantarlarını,şifalı otlarını,yabanıl meyvelerini toplamadıktan sonra..(Kızılderililer gibi)Böylesine doğa ile iç içe bir kültüre sahip olmadıktan sonra bu güzellikler salt yeşilliğe duyduğumuz romantik sevgi ile tutamayız ayakta..Tabiat ana ile ilişkimiz yeniden dolaysız biçimlere kavuşmadıkça bu güzelliklerin yıkılıp gitmesine engel olabilir miyiz?

Hiç yorum yok: