26 Temmuz 2010 Pazartesi

"KÖRDÜĞÜM" ÜZERİNE



Rivayete göre Büyük İskender,Asya seferi sırasında uğradığı Frigyalıların başkenti Geordionda,bir tapınakta kızılcık dallarından bir düğümle bağlanmış bir araba görür.Bunun ne olduğunu sorunca,bu düğümü çözecek kişinin dünyayı fethedeceğini söylerler..İskender bir süre düşündükten sonra kılıcını çekip düğümü keser.
Frigyalı kahinler daha sonra İskender’in Asya seferi sırasında vakitsiz ölümünü, düğümü çözmeyip o şekilde kesmesine bağlamışlar.Oysa İskender’in o düğümün başında uğraşacak zamanı yoktu.Düğümü o şekilde ikiye ayırmasının nedeni de,fetihlerin bu tür oyunlarla değil,kılıç gücü ile yapılacağına inanması idi her halde…İskender’e rivayet edilen hikayelerden birinde de,kendisinin eğitimini üstlenen büyük filozof Aristoteles ile ,bir gün savaş alanında ölülerin arasında gezerken,İskender’in bir ölüyü göstererek “Aristo bu nedir?” diye sorması üzerine Aristoteles’in verdiği cevaptır:”Zafer ya da hiç!”

Kızılcık dalları ile kördüğüm olmuş araba,şehir kültürü dediğimiz şeyi çok iyi simgeleyen bir metafordur.Bir şehir kültürü yaratıp zenginleşen ve medenileşen şehirliler,kendilerini korumak için şehirlerini surla çevirip paralı asker beslemeye başlarlar..Bu surun içinde incelmiş bir kültür yaratırken giderek savaşçı ruhlarını yitirirler.Yarattıkları kültür,geordion düğümüne çok benzer:Hayali zaferlere adanmış oyunlar,kehanetler,çözülmesi çok zor bilmeceler…Geordion düğümü,bbir kentlinin arzu ve hayal dünyasını simgeler.Yaratılan bolluk içerisinde savaşkan arzular sönmüş,yayılmacı saldırgan istekler,bir çeşit oyunlara ikame olmuştur.

Bu tür oyunların en meşhuru satranç olmalıdır.Satranç bir savaş ve strateji oyunudur.Hem de o kadar mükemmel bir oyundur ki,iyi satranç oyuncusunun iyi bir komutanla aynı niteliklere sahip olduğuna,satranç hamleleri ile savaş hamlelerinin muazzam bir şekilde örtüştüğüne inandırır bizleri.Oysa gerçek hiç de öyle değildir.Belki stratejik düşünme,hesap,süpekülasyon,kritik gibi zihinsel yetiler savaş kazanmakta önemli rol oynarlar,ama muhteris olmadan savaş kazanmak mümkün değildir.Hem de öyle güçlü bir ihtiras olmalıdır ki,zafer uğruna göze alınamayacak hiçbirşey olmamalı,insanı sınırlayan değer ve kurallar bu uğurda önemsenmemelidir.Tıpkı Aristoteles’in İskender’e öğütlediği gibi:Zafer ya da hiç!...

Zaten büyük İskender bir satranç oyuncusu değil,zafer kazanmaya azmetmiş bir komutan olduğunu geordion düğümünü kılıcı ile ikiye ayırarak göstermiştir.Şayet o düğümü çözmek için günlerce sabırla ter dökmeyi göze alsaydı,bir an önce yola çıkmak isteyen kana,vahşete susamış askerlerinin gözünden düşecekti.İskender türlü kurnazlık ve hileler kullanarak,kendisininkinden kat kat güçlü görünen orduları alt etmiştir,bu doğru…Ancak asıl zaferleri getiren şey,ona askerlerinin gözünde sonsuz değerini kazandıran gözüpekliği olmuştur.İskender arkada şah vezir gibi ağır taşlar gibi değil,bir piyon gibi ordusunun en önünde savaşmış,daha savaşın başında büyük cesaretinin yanı sıra gözü dönmüş hırsını ve akıllara zarar acımasızlığını ilan etmiştir.

Tam bu noktada Shakespeare’in İskender kadar ünlü kahramanı Hamlet’i hatırlamadan geçmek olmaz!..Babasının gerçek katilini bildiği halde intikamını alacak “hamleyi” bir türlü yapamayan Hamlet,sevdiği kadın Opelia’nın defninden önce mezar kazıcılarının yanına gelip kazılan yerden çıkan kuru kafalardan birini eline alıp,hayatın anlamsızlığını ilan ettiği ünlü tiradlarından birini okur.Yanındaki arkadaşı Horatio’ya “İskender şimdi şarap şişesinde bir mantar mıdır acaba?” diye sorar.Hamlet’e göre zamanında dillere destan zaferlerini kazanmış olan onun gibi bir komutan,öldükten sonra çürümüş,belki de süngersileşmiş kemiklerinden mantar imal edilmiştir!..Aslında Hamlet,hayatı anlamsızlaştırarak İskender gibi bir komutan olmayı başaramayışını itiraf etmektedir.İyi bir satranç oyuncusunun bütün zihinsel yetilerine sahip olduğu halde,bir kralı büyük bir komutan yapacak hırstan,cesaretten,ihtirastan yoksundur o..Zaten genç Fortimbras’ın o büyük şevkine,arzusuna tanık olunca,krallığa kendisinin değil o genç komutanın layık olduğunu itiraf edecektir.

Savaş ve strateji oyunu satrancın anavatanının Hindistan olması bir tesadüf müdür?Tarih boyunca en fazla işgale uğrayan kara parçası olan bu büyük,kalabalık ve verimli ülkenin,iklimi nedeni ile bu denli kolayca işgale uğradığını ve fethedildiğini yazar lise tarih kitapları.İkliminin işgalcileri yumuşattığı,onlardaki savaşkan ruhu çekip aldığı söylenir.Hintliler yitirdikleri savaşkanlığı telafi etmek için mi icad etmişlerdir satrancı?..Savaş kazanmak için asıl gerekli olan şeyin büyük bir hırs,doyurulamaz bir açlık ve ihtiras,vahşetin uygarlık değerleri üzerinde egemenlik kurması olduğunu inkar etmek için mi satrancı geliştirmişlerdir?Ya Frigyalıların Geordion düğümü hırs ve ihtirası söndürmeyi mi amaçlamıştır?

Şehir kültürünün insanı savaşkan doğasından uzaklaştırdığını söylemek aslında o denli kolay değildir.Çünkü şehirler,insanların en önemli varoluş mücadelesi verdikleri,kimlik yaratmak için savaştıkları bir mekandır.Ancak hiçbir kural ve değer tanımayan saldırganlık,şehir kültürü ile zıttır.Çünkü şehirlerdeki uzmanlaşma ve ihtisaslaşma,savaş kazanmayı sağlayan o sınır tanımaz saldırganlığın da çözülmesine neden olur.Askerlik bir meslek haline gelir,kurumsallaşır ve özerkleşir.Şehrin askeri güçlerinin temel amacı saldırganlık değil savunma,şehirde yaratılan kültürü istilalara karşı korumadır.Savaşkan hırs,ölçü tanımaz ihtiras,savunma kipine geçtiği zaman,istilacılar karşısında başarısızlık riskini de beraberinde getirir.Bu nedenle şehirler,dik tepe gibi korunaklı yerlere inşa edilip etrafı surlarla çevrilir.Askerlerin savaşa hazır tutulabilmesi için talim,terbiye ve mesleki disiplin,askerlik mesleğinin rutinleri haline gelir.Ama zaman zaman efsanevi dirençler gösterseler de,istilacılar karşısında başarısız olup dağılır şehirliler.Şehirleri zapteden istilacıların ilk anda yağma,talan ve vahşete giriştikleri ilk anda heykel,tapınak gibi şehrin kültürel değerlerine saldırmaları,istilacılarla ruhlarındaki uyuşmazlığın açık kanıtıdır.

Dünyanın gelmiş geçmiş en muazzam bilim ve kültür birikimini muhafaza eden İskenderiye kütüphanesinin Hristiyanlarca yok edilmesinin asıl nedenini,yeni bir kültürün eskisi üzerine egemenlik kurmak olarak açıklamak,yetersiz bir açıklamadır.Asıl neden,istilacı taşranın şehir kültürüne karşı katışıksız yakıp yok etme isteğidir.Henüz bir kültür hareketi haline dönüşüp kurumlaşamamış hristiyanlığın yerleşiklerin muazzam kültürel birikimine karşı besledikleri aşırı kıskançlıktır.
Zamanla zenginleşen şehirler,merkezileşmiş bir zenginlik ve medeniyet alanı haline gelmiş,taşra için iştah kabartıp adeta cinsel duyguları dürtükleyen birer çekim alanı olmuşlardır.Şehrin buna karşı aldığı önlemse paralı ve uzmanlaşmış asker yetiştirmek,şehrin etrafını kalın surlarla çevirmek,şehre giriş çıkışları kontrol altında tutmaktır.Ancak sürekli istilacı eğilimleri tetiklemesi,arzunun ve cazibenin merkezi halini almasının bedeli ağır olmuştur.Barbar saldırganlığına karşı savunmayı iyi yapsalar da uzun süren kuşatmalara dayanamayıp çözülmüşlerdir.

Şehir kültürü ve kentsel uygarlık,barbar saldırganlığına karşı tutunamayıp çözüldü hep.Fakat bugünkü modernleşme dediğimiz şey olmasaydı,bütün bir insanlık tarihi,yıkılmış uygarlıklar mezarlığı görünümünde olacaktı.Her nasılsa modern zamanlarda saldırganlık tersine dönüp taşraya yöneldi.Bunun nedeni kapitalizmin ,sonsuz bir nefes alıp vermesini sağlayan akciğerlere sahip olağanüstü bir koşucu gibi bitmez tükenmez bir potansiyele sahip teknolojinin önünü açmasıydı.Kapitalist uygarlık ilerledikçe şehrin kapıları muazzam ucuz işgücü potyansiyeli olan taşraya kapılarını aralayıp bir daha da kapatmadı.En uzak en ücre yerler bile kapitalist emtia orduları ile zaptedildi.Şehirlerin modern zamanlarda kazandığı bu üstünlükle bir daha asla boy ölçüşemeyecek gibi görünüyordu taşra..

Ancak durum giderek yine eski klasik şekline dönmeye başladı.Taşralı bir proleter yedek sanayi ordusu olarak kentleri işgal ettikçe,taşradaki o barbar saldırganlık potansiyeli şehirlere taşındı.Marks ve onun takipçileri,proletaryanın o ezilmişlik konumunun muazzam bir ilerici güç potansiyeli taşıdığına,bu potansiyelin uygarlık kültürel birikimi ve değerleri ile sentezlendiğinde,insanlığın topyekün ilerlemesinin mümkün olabileceğinine inanıyorlardı.Gelgelelim kapitalist toplum ilşkileri içinde bu muazzam ilerici gücü harekete geçirip tam anlamıyla etkin kılmak bir türlü mümkün olmadı… Marks’ın düşündüğü belki en rafine kent kültürünün kırsalı zaptetmesi idi.Ama insanlığın geldiği bu noktada taşranın kent alanlarını zaptetmesi sözkonusu…Vandalizm ve barbarlık,kimi yerde milliyetçilik,kimi yerde etnik ayrımcılık,kimi zaman cinsiyetçilik olarak uygarlık değerlerini yağma ve talan ediyor..Jakoben bir zorbalık,burjuva bir dayatma olmaksızın,kent kültürü kendini nasıl savunur barbarlığa karşı?..Uygarlığımızın cevaplaması gereken en önemli sorulardan biri bu…

Hiç yorum yok: