Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kahrolası Pazartesi

Resim
  Apartman kapısından çıktım. Sokak hâlâ uykuda, ben de yarı uyanığım. İki adım gitmeden beynim alarm çaldı: “İlaç!” Günlük almam gereken ilaçları unutmuştum!  Geri döndüm, kapıyı açtım, ilaçları kutuya koydum, tekrar çıktım. Tam “Bu sefer tamam” derken… Hah! Anahtar kapıda kalmış. Otomatik kapı aparatı anahtara bağlı, o nedenle apartman dış kapısından içeri giremem. Mızmız oğlumu telefonla defalarca aradım, nihayet açtı. "Oğlum… Anahtarı kapıda unutmuşum. Getirir misin?"  Anahtar geldi, durağa yürüdüm. Sabah rüzgârı yüzüme hafifçe vuruyor, bana sadece şunu fısıldıyordu: “Bugün daha yeni başlıyoruz…” ........  Ofise girdim. Kahve kokusu, klavye tıkırtıları… Arkadaşlarım canlı, şakalaşıyor, birbirlerine enerji yayıyorlar. Onlar işlerini sevmeseler de uyum sağlamışlar. Ben ne sevmişim ne benimsemişim bu işi. Negatif enerji yaymamak için kendi içime çekildim. Ama içerisi de huzurlu değil. Kendi kendime “Hadi canlan!” baskısı yapıyorum. Biraz toparlanıyorum ama sinirler...

MAKİNELERİN EVRİMİNDE İNSANIN YERİ

Resim
Taş Baltanın İlk Kıvılcımı  İlk taş balta, insanoğlunun parmaklarından kopup toprağın üzerine düştüğünde, sert bir ses çıkardı. O ses yalnızca iki taşın çarpışması değildi; milyonlarca yıl sürecek bir hikâyenin ilk yankısıydı. O taş, aç karnın hıncıyla yapılmış olabilir, ama eline alan sadece karnını doyurmadı; kendini de biçimlendirdi. Çeliği henüz keşfetmemiş eller, zihni yeniden şekillendiren ilk darbeyi o gün vurdu. Stanley Kubrick , 2001: Bir Uzay Macerası’nda bu anı başka bir dile çevirdi. İlkel insanın havaya fırlattığı kemik, gökyüzünde ağır ağır dönerek bir uzay gemisine dönüştü. Bir aletin binlerce yıllık evrimini tek bir kesmeyle zamana çiviledi. Sahnede kemik, insanın elinden kurtulmuş gibiydi; kendi yoluna gidiyordu. Bu, insanın hikâyesi kadar, belki de aletin kendi hikâyesiydi. Belki biz, aletleri doğuran ellerin sahibi değiliz; belki onlar bizi, kendi evrimlerini hızlandırmak için kullandılar. Nasıl bir virüs hücreyi kopyalama fabrikasına çevirirse, belki de aletler,...

Kozmik Döngü: Işığın ve Nefesin Yolculuğu

Resim
  Kozmik Döngü: Işığın ve Nefesin Yolculuğu   İki Doğum Hikâyesi Evrenin bebekliği ile insanın bebekliği arasında görünmeyen bir bağ var. Biri 13,8 milyar yıl önce , diğeri ise annemizin rahminde başlıyor. Biri ışığın özgürlüğe kavuşması, diğeri nefesin başlamasıyla anlam kazanıyor. İkisi de bir “karanlıktan çıkış” hikâyesi.   Evrenin İlk Nefesi Büyük Patlama ’dan sonraki ilk 380 bin yıl, evren opak bir plazma deniziydi . Elektronlar ve protonlar serbest dolaşıyor, fotonlar sürekli saçılıyordu . Işık, adeta hapsolmuştu. Sonra evren soğudu. Elektronlar protonlarla birleşerek nötr hidrojen atomlarını oluşturdu . Artık fotonların önü açıktı; evren ilk kez görünür oldu. Bugün hâlâ bu anın yankısını, kozmik mikrodalga arka plan ışıması olarak gökyüzünde ölçebiliyoruz. Bu, evrenin bebeklik fotoğrafı👇 İnsanın İlk Işığı Anne karnındaki bebek, loş, sıcak, dalgaların taşıdığı bir dünyada yaşar. Sesler filtreden geçer, ışık yarı saydam bir perde ardında hafifçe süzülür. Besin, ne...

Parayla Ölçülemeyen Değerler Çağında Üretmek

Resim
  Her çağ kendi ölçüsünü dayatır. Kimi zaman bu ölçü Tanrı olur, kimi zaman akıl, kimi zaman millet, kimi zaman da para.Bizim çağımızın hükümranı çoktan seçildi: Parasal değer. Ve artık o, sadece alım gücümüzü değil, duygularımızı, düşüncelerimizi, hatta var oluş biçimimizi bile tartıyor. Bir şiirin kaç beğeni aldığına göre güzel bulunması,bir şarkının TikTok’ta kullanılma oranına göre "başarılı" sayılması,bir fikrin fon bulup bulamamasına göre "değerli" ilan edilmesi.  İşte biz bu çağdayız. Oysa bazı şeyler vardır ki, parayla ölçülemez. Daha doğrusu ölçülebilir ama küçültülür. Çünkü bazı değerler, ancak sessizlikte, yalnızlıkta, bekleyişte açığa çıkar. Bir annenin gözyaşıyla yoğurduğu bir ağıt, Sığınacak bir çatı ararken kurulan bir cümle, Düşünceyle sızdırılmış bir şiir... Bunlar satışa sunulamaz çünkü piyasaya değil, ruha seslenir. Kapitalizm Üretimi Neden Yadırgar ? Kapitalizm insanı sürekli alıcı olmaya programlar. Tüketici profilleri çıkarır, hedef pazarlar be...

Nüfusu değil, sistemi dönüştürelim!

Resim
  GİRİŞ Nüfusun Kutsal Emri: Kadın Bedenine Yönelik Yeni Baskı Biçimleri Nüfus, tarih boyunca yalnızca demografik bir veri kümesi değil; aynı zamanda egemen aklın gücünü test ettiği, bedenleri hizaya soktuğu ve geleceği kontrol altına alma arzusunu meşrulaştırdığı bir alandır. Her toplum kendi gelecek tahayyülünü, o geleceğe kaç kişiyle varılacağını planlayarak inşa eder. Ancak bu planlama, çoğu zaman “kaç kişi” sorusunun ötesine geçip, “kim doğurmalı”, “ne zaman doğurmalı” ve “neden doğurmalı” sorularına dönüşür. İşte bu noktada, nüfus politikaları artık bir teknik alan olmaktan çıkar; kadın bedenini hedef alan politik bir müdahale biçimine evrilir. Günümüzde Japonya’dan Almanya’ya, Türkiye’den Macaristan’a kadar birçok ülke, doğurganlık oranlarındaki düşüşü gerekçe göstererek doğumları teşvik eden yeni stratejiler geliştiriyor. Aile politikaları, vergi indirimleri, çocuk bakım destekleri ve doğum izinleri gibi uygulamalarla süslenen bu stratejilerin görünüşteki amacı "toplumu ge...

Ben'in Trajedisi

Resim
  Benlik, canlı varlığın kendini merkeze alarak kurduğu geçici bir denge noktasıdır. Bir hücrenin zarını tanıması, dışarısını içeriye ayırması ne kadar ilkel bir davranışsa; insan zihninin "ben kimim" sorusuna verdiği yanıt da o kadar ilkel, o kadar temel bir çabadır. Ben, bütünü görmeyen ama bütünün içinden konuşan bir parçadır. Bu nedenle varlığı, hem zorunlu hem sınırlıdır. Yaşam, kaotik bir akıştan düzen çıkarmaya çalışan sistemlerin toplamıdır. Bu sistemler zamanla bir karar merkezine, bir "özneye" ihtiyaç duyar. Çünkü karar almak, bilgi işlemek ve tepki vermek için sabit bir referans gerekir. İşte benlik, bu referans noktası olarak evrimleşir. Ancak evrimin bu hediyesi, beraberinde bir lanet de taşır: kendini merkeze koyan bilinç, bütünün tamamını göremez. Parçanın merkezde olduğunu sanmasıyla trajedi başlar. Her benlik, bedenin çoklu sistemlerinden doğar. Haz ve acı, bu sistemler arasında bir tür iletişim dili kurar. Açlık, susuzluk, cinsel istek, korku, başa...

Sınıf Sendikacılığı Bağlamında Türkiye'de Memur Sendika Hareketi

Resim
Türkiye'de Memur Sınıf sendikacılığının  bastırılması Türkiye’de memur sınıf sendikacılığı(*) , özellikle 2000’li yıllardan itibaren neoliberal yeniden yapılandırma sürecinde sistemli biçimde bastırılmış, sınıf olarak bütünleşme potansiyeli zayıflatılmış ve devletle çatışmayan, uyumlu bir konuma itilmeye çalışılmıştır. Bu süreç, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik, yapısal ve kültürel boyutlar içerir. Aziz Çelik’in (2012) Türkiye’de Sendikacılığın Krizi adlı çalışmasında da vurguladığı gibi, kamu emekçileri hareketi 1990’larda toplumsal muhalefetin taşıyıcı unsurlarından biri olarak öne çıkmışken, 2000 sonrasında parçalanmış ve işlevsizleştirilmiştir. Bunun temel nedenlerinden biri, devletin, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda kamu yönetimini yeniden yapılandırmasıdır. Bu yeniden yapılandırma, kamu hizmetlerini metalaştırmakla kalmamış, aynı zamanda kamu çalışanlarını da bir “maliyet unsuru” olarak tanımlamış ve onların hak taleplerini bastıracak bir p...